Mercan, büyük bir heyecanla orman yolundan hafif de koşuşturarak evine doğru gidiyordu. Hızlı Ritmine yenik düşen ter damlaları alnında atlayıp yüzüne yapışıyordu. Mercan’ın eşiyle beraber yaşadığı bu ev köyün uç kısımlarında, köyden biraz ayrı bir yerdeydi. Siyah parlak çatısıyla köyün diğer evlerinden farklı duruyordu.
Sebze ve meyvelerle ekili bahçelerini tam ortadan küçük bir yürüyüş yolu ayırıyordu.
Mercan bahçe kapısından içeri girdi. Eşine seslendi; ‘’ Ahmet,’’ ‘’Ahmet neredesin canım’’
Ahmet eşinin telaşlı sesinden korkup kapıya doğru geldi. Rahatladı. Mercan’ın yüzü neşeli ve sakindi. Kapıya yaslandı, eşine gülümsedi.
Mercan da ona gülümsedi. Dudaklarına masum küçük bir öpücük kondurup devam etti.
’’ Seni telaşlandırdığım için özür dilerim. Tanıyorsun işte beni, birazcık deli sayılırım’’
Ahmet tekrar gülümseyip ‘’Birazcık dedi’’
Mercan gülerek devam etti; ‘’ Kulağa çok garip gelecek bir şey oldu bugün.’’ Ahmet meraklı bakışlarla Mercan’ın koyu kahverengi, gözlerine baktı. ‘’evet seni dinliyorum.’’
‘’Tombi’nin küçük kızını seviyordum ormanda.’’ Aslında onları görmeye gitmedim, sadece biraz nefes almak istemiştim.’’ Ormana bakıp devam etti ‘’tam şurada hemen ormanın çıkışında maymun sürüyle karşılaştım. Ahmet endişeyle bakmaya devam ediyordu. ‘’Tombi’yi başta görmedim. Elimdeki elmaları sürüye gösterince Tombi kucağında küçük kızıyla yanıma geldi.’’
Gözlerinde heyecandan ziyade bir duygu hakimdi. Duygulanmıştı. ‘’ Tombi elmaları alırken elimi küçük kızı Lili’ye uzatıp sevdim. Tombi memnun bakışlarla kendisine sımsıkı sarılan Lili’yi bana doğru uzattı. Lili’yi elime almamla sürünün bariz huzursuzluğunu hissettim ama hepsi o kadar. Ahmet; ‘’Tanrı aşkına!’’ dedi ilgili bir ses tonuyla Mercan duymazdan gelip devam etti. ‘’ Onu kısa süreliğine sevdim sadece, o kadar masumdu ki, kaçmaya çalışmadı, ya da huzursuz değildi.’’ İçindeki anaç duygular gün gibi ortaya çıkmıştı. ‘’Bana güven duydu ve iki eliyle sarıldı.’’
Sesi biraz çatallı çıkmıştı.
‘’Sonra ne oldu biliyor musun?’’
‘’ küçük Lili, inanmayacaksın ama…bana sarılınca.. Ahmet, o bana Anne dedi’’
Mercan’ın gözleri parlıyordu.
Mercan ve Ahmet evliliklerinin 10. Yılında, Mercan’ın babasının geçmişte yaşadığı bu köydeki evlerine yerleşmişlerdi. Mercan varlıklı bir aileden geliyordu. Ahmet ise daha dar gelirli bir ailede büyümüştü. İkisini bir araya getiren ise ortak hayalleri olan botaniğe olan ilgileriydi. Hemen hemen bir dönümlük bahçeye sebze ve meyveler ekip onların bakımlarıyla uğraşıyorlardı. Arka bahçelerinde ise birkaç tavuk ve koyunları vardı. Hem Mercan’ın hem de Ahmet’in doğaya olan sevgisi onları gürültülü şehirden koparmıştı.
Mercan ve Ahmet’in çocukları yoktu. Mercan, şehirde devlet hastanesinde tedavi görüyordu. Çift derin bir çocuk hasreti çekse de evliliklerine asla yansıtmamış, umutlarını kaybetmemişlerdi. Mercan ara ara karaları bağlar, Ahmet ona destek olurdu.
Sıcağın çatıyı kavurduğu yaz gününde Mercan’ın, ormanda maymun sürüsüyle ilgili anlattıklarını, çocuk özlemine yormuştu Ahmet. Mercan daha sonra birkaç kere ormanda Lili ile yaşadığı olayı bütün detaylarıyla anlatmış, Ahmet’in inançsız bakışları karşısında kendisinden şüphe etmeye başlamıştı. Zamanla bu konu hakkında konuşmama kararı almıştı.
Bu küçük sakin köyün etrafı ormanla çevriliydi. Orman da yaşayan kapuçin maymunları, sık sık köye gelir, bahçelerden sebze ve meyveler çalarlardı. Ahmet ve Mercan’ın hırsız maymunu ise sabitti. Adını Tombi koymuştu Mercan. Hemen hemen her gün bahçeye gelen Tombi zamanla çifte alışmış, hatta evlerinin içine kadar giriyordu.
İlk baharda kısa süreliğine ortadan kaybolmuş, ardından kucağında taşıdığı minik sevimli bir yavruyla gelmeye başlamıştı. Küçük sevimli yavrunun adını Ahmet seçmişti. Lili.
Tombi ve Lili Kendileri için ikinci yuva olarak gördükleri bu yerde hem karnını doyurur hem de güzel vakit geçirirlerdi. Mercan ve Lili arasında oluşan bağ Ahmet’i endişelendirse de Mercan’ın neşesinden memnundu. Kısa zamanda Lili için salıncak, özel yemler, renkli ve sesli oyuncaklar alınmıştı. Lili ve Tombi biranda evin bireyleri gibi olmuşlardı. Arada bir gelmeler, artık yerini hemen hemen ger gün gelmeye bırakmıştı. Lili’nin oyunlarından, banyosuna kadar birçok ihtiyacıyla Mercan birebir ilgileniyordu. Bahçedeki taze besinlerin tadını çıkaran Tombi, Ahmet ve Mercan’ın yavrusuna çok iyi baktığını biliyor gibiydi.
Ahmet birkaç kere Mercan’ın Lili’yi severken, ‘’Anne’’ kelimesini tekrarlayıp söyletmeye çalıştığını görmüştü. Eşiyle bu konu hakkında konuşmayı düşünse de bu fikirden vazgeçmişti. Lili hayatlarına girdiğinden beri Mercan’ın neşesi görülmeyecek gibi değildi. Ara ara şehir merkezinden ziyaretlerine gelen yakın dostları da bu değişimin fark etmişlerdi.
Ahmet’in ailesi çok daha uzak bir şehirdeydi. Uzun bir zamandır ziyarete gelememişlerdi. Mercan’ın ailesi ise daha sık ziyaretlerde bulunurlardı.
Mercan’ın ailesinin her ziyaretlerinde, Ahmet kayınbabasının imalı sözleri karşısında ezilip kalırdı. Evlilik kararı aldıkları ilk günden beri bu tarz iğneleyici sözleri hep görmezden gelmiş asla ilişkilerine yansıtmazdı. Ahmet bu konuları açmazdı. Mercan babası adına birçok kez özür dilerdi. Mercan’ın babasına göre bu köyde yaşamaları tamamen maddi durumdan kaynaklıydı. Kızını bu eskiden yaşadığı köye layık göremezdi. Sorumlu olarak gördüğü damadına dolaylı yollarla mesajlar verirdi.
Ahmet ve Mercan ise sahip olduklarıyla şükretmesini bilen hayat dolu bir çiftti. Birçok eleştiriyi keskin zekalarıyla alt ederlerdi.
Ahmet, Mercan’la hiç paylaşmasa da kayınbabasının sözlerine çok içerlenirdi. Kayınbabasından gelecek hiçbir desteği kabul etmezdi Ahmet. Oturdukları ev için kira ödemek istemiş, Mercan kabul etmemişti. Zaten kendi geçimlerini çok rahat sürdürebiliyorlardı.
Sonbahar yaklaşırken yeşil yerini kahverengiye bırakıyordu. Kış ve sonbaharın güzelliği şehirler içindi. Atılan her adımda ayağa bulaşan çamur, köy yaşantısının en zorlu kısımlarındandı. Kurumaya yüz tutmuş bahçe, Tombi ve Lili için artık bir cennet köşesi değildi. O yüzden günlük besinlerini Mercan özenle hazırlar, gelmelerini beklerdi.
Mevsim geçişinden dolayı nezle olan Ahmet yatak döşek salonda yatmıştı. Mercan tedavi için doktorundan randevu almıştı. Eşini hasta yatağında bırakıp gitmek istemese de Ahmet’in ısrarı üzerine doktora gitmişti. Mercan’ın gitmesinden hemen sonra Tombi ve Lili acıkmış halde ikinci yuvalarına geldiler. Lili evin deli küçük çocuğu gibiydi. Salonda kendisini bekleyen elma ve havuçtan oluşan yiyeceklerine doğru koştu. Tombi daha temkinliydi her zaman. Hele ki içerde yabancı biri varsa evin içine dahi girmezdi. Kapıda beklerdi.
Afiyetle beslenirken bir yandan gözleri Mercan’ı arıyordu Lili’nin. Ahmet gülerek onunla konuşuyor, onun Mercan’ı merak ettiğini hissediyordu. Lili artık annesine sürekli sarılarak yaşamıyor, daha özgür birine dönüşüyordu. Hatta bazen annesi giderken gitmek istemez, Tombi’nin gözden kaybolmasıyla çığlığı basardı. Küçük bir bebekten farksızdı.
Lili yemeğini yedikten sonra diğer odaları da hızlıca dolaşıp geldi. Her yerde Mercan’ı arıyordu. Tombik ise masa ve koltuklar arasında atlayıp, eline aldığı her parçayı detaylıca inceliyordu. Lili genel olarak koyu kahverengi tüylüydü. Kapuçin Maymunlarının çoğunda olduğu gibi kafa ve omuz tüyleri bejdi.
Lili sağdan sola zıplarken gözüne Ahmet’le Mercan’ın düğünlerinde çektiği kanvas bir fotoğraf çarptı. Kanvas tablo, Ahmet’in salonda uzanıp televizyon izlediği koltuğun üzerindeki duvarda duruyordu. Lili yavaşladı, fotoğrafa pür dikkat kesildi. Ahmet’in kucağına daha yakından inceledi. Öyle dikkatli bakıyordu ki Ahmet fotoğraf dışında bir şey var mı diye kontrol etti. Lili eliyle fotoğrafı gösteriyor Ahmet ise başını okşayıp, seviyordu. Lili Ahmet’in eline iki kere dokunup fotoğrafı işaret etti. Ahmet de fotoğrafa baktı.Lili’nin iki küçük dudağından iki hece döküldü ‘’AN-NE’’
Ahmet heyecanla uzandığı yerde doğruldu, Lili’yi kucağına aldı. Televizyonun sesini kıstı. Doğru mu duymuştu? Lili’ye fotoğrafa yakınlaştırıp pür dikkat onu dinleyeme başladı. Lili bir şey demeden fotoğrafı anlamaya çalışıp, dokunuyordu. Yüzünü Mercan’ın fotoğrafına sürdü. Sanki onu hissetmek ister gibi küçük avuçlarını tekrar tekrar saçlarına sürüyordu.
Ahmet’in kalbi heyecandan öyle atıyordu ki biran Lili’nin korkacağını düşündü. Simsiyah yuvarlak gözlerini Ahmet’e dikip tekrardan o iki heceyi söyledi. ‘’An-ne’’.
Ahmet ne yapacağını bilemedi. Mercan’a inanmamıştı. Şimdi ise bir mucizeye tanıklık ediyordu.
Hemen bu iki heceyi pekiştirmek için harekete geçti. ‘’Güzel kızım söyle bakim AN-NE’ ’Belirgin yavaş ve heceleyerek söylüyordu. Lili tepkisiz kalınca birkaç kez daha tekrarlamış ama nafile Lili tepki vermedi. Ardından Lili’yi yatağına bırakıp ve dolaba yöneldi. Üç Tane muzu kapıp içeri geri geldi. Lili emzik görmüş bir bebek gibi elleriyle alkışlamaya başladı. Ardından duvardaki kanvas fotoğrafı Lili’nin karşısına koydu. Muzu görünce fotoğrafla ilgilenmeyen Lili, bir an önce Muz’u istiyordu.
Muzu birkaç kere Lili’ye uzatıp geri çekti. Gözlerinin içine bakıp ‘’An-ne’ dedi. Lili oynadıkları oyunu anlamayıp sadece muzu istiyordu. Birkaç denemeden sonra Lili oyunu anlamış olmalı ki tekrarladı; ‘’An-ne.’’ Her Anne deyişinde bir parça muzu kaptı. Ahmet kahkahalar atıp Lili’ye sarılıp öpüyordu. İki muzu afiyetle midesine indiren Lili oyundan sıkılıp salıncağına geçmişti.
Kapıda karısını beklerken, Mercan’ın haftalar önce yaşadığı heyecanın aynısını yaşıyordu. Biraz da kızgındı kendisine. İnanmamıştı ona. Eğer çocuk konusunda hassas olmasalardı, dalga bile geçebilirdi.
Mercan hayretler içerisinde kocasını dinliyordu. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse ormana gidecekti.
Sabahın ilk saatlerinde Mercan kahvaltıdan önce Tombi ve Lili’nin yiyeceklerini hazırlayıp gelmelerini bekliyordu. Nihayet Lili ve Mercan gelmişti. Lili özlemini giderir gibi sarıldı. Sıkı sıkı.
Daha yemeklerini bile yemeden, Lili’nin anne demesi için uğraş maya başladılar. Ahmet dolaptan aldığı muzu Mercan’a verip, oyunun kurallarını anlattı. Lili oyunu hemen hatırladı ve ‘’An-ne’’ dedi. Mercan gözyaşlarına hâkim olamadı. Her ‘’an-ne’’ deyişi iç dünyasında hissettiği derin açlığı besliyordu. Mercan’ın hiç bitmesini istemediği bir oyundu. Lili ve Mercan arasındaki bağ şiddetli bir şekilde güçleniyordu.
Zaman geçtikçe Lili’yi zorlamaya dahi gerek kalmamıştı. Mercan’ı gördüğü her yerde ‘’an-ne’’ diyordu. Mercan ve Ahmet başta başka kelimeler de deneseler de bunun anlamsız bir çaba olduğu fark edip vazgeçmişlerdi. Anne kelimesi git gide daha insanımsı bir tınıyla söylüyordu. Tanık oldukları bu mucizeyi ne köylülere ne de sık görüştükleri arkadaşlarına anlatmışlardı. Kimsenin inanacağını düşünmemişlerdi. Lili bir yabancının yanında annesinin kucağından asla ayrılmazdı. Konuşması ise imkansızdı.
Sonbaharın veda ederken kış yavaş yavaş hissettirmişti kendini. Lili’nin dışarıda kalmasına kalbi dayanmıyordu Mercan’ın. Evlerinin içinde doğal bir alan oluşturup onları orada yaşamaya alıştırma çabaları sonuç vermemişti. Evde kalma süreleri artsa da hava kararmadan tombik mutlaka ormana dönerdi.
Serin bir sonbahar akşamında, üniversiteden Ahmet’in yakın arkadaşı, Orhan ve eşi ziyaretlerine gelmişlerdi. Buradaki organik hayata hayran kalan yeni evli çift, ufak bir de ticari anlaşma sağlamışlardı. Orhan ara ara gelip organik yumurta, süt, meyve sebzelerden alacaklardı.
Yemek masasında kahkahalar, anılar havada uçuşurken konu bir an da Lili’ye gelmişti. Ahmet bir anlık dalgınlıkla ağzından Lili’nin konuştuğunu kaçırmış, Mercan’la göz göze gelince şakaya vurmak istemişti. Ama sandıklarının aksine, konukları konuyla ilgilenmişlerdi. İnanan gözlerle, sorular sormuşlardı. Onlara inanacaklarını fark eden Mercan da geri çekilmeyip anlatmaya başladı. Hatta Orhan gece orada kalmayı sabah gözleriyle şahit olmak istediğini dile getirmiş eşi tarafından bu fikir reddedilmişti. Arkadaşlarının kendilerine inanıp hikayelerine ortak olmaları, sevinçlerini paylaşmaları kalplerini yumuşatmıştı.
Bir hafta sonra, Orhan o gece anlaştıkları şekilde yumurta, süt ve ev yapımı yoğurt almaya gelmişti. Tek başına geldiği için yemeğe kalmayıp ayak üstü sohbet ettiler eski iki arkadaş. Orhan, Mercan’ın içeri girmesiyle Ahmet’e sessizce fısıldamıştı. ‘‘Bu Lili konusunda şaka yapmıyordunuz değil mi?’’
Ahmet;‘’ hayır dostum, kulağa imkansız gelse de aslında, nasıl desem bir papağan gibi düşün, ona şaşırmıyoruz..’’
Orhan lafını kesti. ‘’ papağan mı ? bu çok farklı bir şey, her neyse ne diyeceğimi dinle. Elinde altın yumurtlayan tavuk var, farkında değilsin.’’ dedi ‘’Nasıl yani tam olarak neyden bahsediyorsun’’ diye merakla Orhan’a baktı Ahmet.
‘’Lili’yi diyorum Ahmet. Bu kadar saf olma. Ne paralar kazandırır sana biliyor musun?’’
Ahmet neye uğradığını şaşırdı. Nasıl cüret edebilirdi buna. Lili’yle aralarında oluşan bağdan detaylı şekilde bahsetmişlerdi oysa. Bu bağı bütün samimiyetleriyle anlatırken, aynı duyguları paylaştıklarını düşünmüşlerdi. Yanılmıştı.
Orhan’ı sert bir dille uyarmış, Lili ve Mercan’ın arasındaki bağı kısa ve öz olarak tekrar anlatmıştı.
Ahmet, Orhan’ın söylediklerini Mercan’a anlatmamıştı. O gece boyunca Orhan’ın o iki cümlesini zihninden atmaya çalışmıştı. ‘’ elinde altın yumurtlayan tavuk var’’ ‘’bir yıl sonra size uğramaz bile’’. Duymamaya çalıştı, gözünü kapattı, zihninden emin değildi.
Son birkaç gündür Ahmet’in dalgın hallerinin farkındaydı Mercan. Sıkboğaz etmek istemese de içten içe onu yalnız bıraktığını düşünmeye başlamıştı. Birkaç kere ısrarla sorsa da ‘’sadece yorgunum’’ cevabını almıştı.
Orhan, bir sonraki gelişinde Lili ‘den bahsetmemiş. Ahmet’in soğuk tavırları karşısında olabildiğince sıcak davranmaya çalışmıştı. Birkaç kere Lili’yi sormak istemişti ama Ahmet’in buz gibi bakışlarında istediği cevapları bulamamıştı.
Birçok gece uyumadan önce kendi düşünceleriyle baş başa kalan Ahmet, Orhan’ın söylediklerinin etkisinde zenginlik hayali kuruyordu. Kendisine kızarak Orhan’ın abarttığını düşünürdü bu sefer. Orhan’ın abartmasına mı kızıyordu yoksa aileden biri olan Lili’nin fiyat biçilmesine mi? Ahmet kendisine sorduğu bu sorulardan artık pek emin değildi..Birkaç kere, Mercan’a ‘’Lili’ye çok bağlanmayalım, bir yıl sonra artık bize uğramaz’’ demiş, Mercan’ın huzursuz tavırları üzerine konunun üzerinde çok durmamıştı. Duramamıştı. Mercan, Lili konusunda çok hassastı.
Orhan’ın organik ürünlerini almaya geldiği gün Mercan tedavi için şehir merkezine gitmişti. Ahmet kışa rağmen Orhan’ın köye hala gelip gitmesine içten içe seviniyordu. Son zamanlarda zaten soğuk hareketlerine son vermiş ayak üstü de olsa eski sohbetlerini yakalamışlardı. Orhan ise arkadaşlıkları anısına artık Lili ‘den bahsetmeme kararı almış konuyu kapatmışlardı. Ama bu son gelişinde Ahmet hiç beklemediği şekilde kendisi açmıştı Lili konusunu.
‘’ Geçenlerde Lili ’den bahsettin hatırlıyor musun?’’ dedi
Orhan göz göze gelmeden kaçamak bir cevapla ‘’ Evet, hatırlıyorum. Özür dilemek istedim ama uygun ortam oluşmadı’’ dedi. Bir yandan arabaya yönelip gitmek istediğini belirtti.
‘’Belki de haklıydın, O sadece bir yıl sonra bize uğramaz.’’ Düşündü devam etti ‘’ sürü de bir eş bulacaktır, belki acıktıkça yanımıza gelecektir o kadar.’’ ‘’vahşi doğadaki bir hayvanı bu kadar sahiplenmemiz zaten mantıklı değildi.’’
Orhan şimdi gitmek vazgeçmiş, gözlerini arkadaşına dikmiş, pür dikkat dinliyordu.
Ahmet devam etti.’’ Bahsettiğin şeş, söylediklerin gerçek miydi?’’
Orhan hemen atıldı. Heyecanla ‘’Tabi ki gerçekti. Bir maymundan bahsediyorsun dostum, bir maymundan.’’ Elini omzuna atıp devam etti ‘’ Hem de konuşan bir maymundan.’’
‘’ Peki nasıl, tam olarak nasıl bir işten bahsediyorsun’’ dedi Ahmet.
‘’Sirklerden bahsediyorum dostum, bir sirk için bulunmaz velinimet.’’
‘’Sirk mi? Oradaki berbat eğitimleri duymuştum, olmaz canının yanmasına izin veremem.’’ Dedi Ahmet tiksinerek.
‘’Ah evet haklısın, işin eğitim kısmında gerçekten hayvanlara birçok eziyet edildiği kısmı doğru. Ama atladığın bir şey var; Lili zaten eğitimli.’’ Elini omuzunda dostça gezdirdi, güvenini kazanmaya çalıştı. ‘’Lili’nin ateş halkasından atlanması istenmeyecek, ya da bisiklet sürmesi, ne bileyim dans etmesi istenmeyecek, Tek bir yeteneği var, o da konuşmak’’
‘’ bilmiyorum kafam çok karışık. Açıkçası söylediğin günden beri aklımı karıştırıyor. Bir karar vermiş değilim ki zaten benim tek başıma verebileceğim bir karar değil. Sadece sormak istedim.’’
Orhan avını kovalayan bir avcı gibi Ahmet’ten gözlerini ayırmadan devam ediyor, kazanacakları paraların büyüklüğünü, zenginliği, varlıklı bir hayatı bütün avantajlarını peş peşe sıralıyordu. Bütün bu imkanları ‘’sevgi’’ uğruna elinin tersiyle itmek her yüreğin harcı değildi.
Orhan Çıngırak Sirkinden bahsetmişti. Bu civarda sirki bilmeyen yok denilecek kadar azdı. Sirk sahibinin gücünden, mal varlığından detaylıca bahsetmişti. Lili’yi sirke verip -satıp- karşılığında yüklü bir para alacaklarını söylemişti.
Ahmet iç çekti ‘’ şimdilik aramızda kalsın bu konuştuklarımız, detayları da öğrenince sadece bana söyle.’’
‘’ Yaşa Ahmet. Çok doğru karar verdin, pişman olmayacaksın.
‘’bir karar vermiş değilim, sadece öğren.’’
El sıkışıp ayrıldılar.
Mercan doktorun tavsiyesi üzerine hareketlerini iyice kısıtlaması gerekiyordu. Bol bol dinlenmesi, hafif ve ağır işlerden, uzun yürüyüşlerinden uzak durması gerekiyordu. Uzun araba yolculukları da yasaklanmıştı. Bütün bahçenin ve çiftliğin işleri bir anda Ahmet’e kalmıştı. Yıllardır hayalini kurdukları evlat özleminin son bulacaklarına olan inançlarını hiçbir zaman kaybetmediler. Ahmet yaptığı işleri bir yük olarak değil, bir sınav olarak canla başla yapardı. Bir ödülü almak için zor bölümleri geçmenin şart olduğu oyunlar gibi.
Ahmet, Orhan’ın bir sonraki gelişine kadar Mercan’a, Orhan’la konuştuklarını anlatması gerektiğini düşünüyordu ama cesaret edemiyordu. Mercan ilaçların etkisinde neredeyse tüm gün yatalak bir hasta gibi yatmak zorundaydı. Lili ve Tombi ise kışın bastırdığı bu günlerde eskiden sadece beslenip biraz eğlendikleri bu evde, zaman zaman uyudukları dahi oluyordu. Gündüz vakti.
Lili ‘’anne’’ kelimesinin Mercan için ne kadar önemli olduğunun farkındaydı sanki. Artık muz oyunu dışında da konuşuyordu. Mercan’ın kendisiyle ilgilenmesi konuşması için yeterli oluyordu.
Tuvalet eğitimini bir türlü öğrenememesi, bitmek bilmeyen enerjisiyle evi sürekli dağıtması, artık tek bakıcısı olan Ahmet’i çileden çıkartıyordu. Evinin değerli vazosunu kıran bir çocuğun, ebeveynlerine olan bakışları vardı Ahmet’in gözlerinde. Hem suçluydu hem de -belki- şimdiden pişmandı.
Mercan bütün işleri; yemek, bahçe ve hayvanların tüm bakımlarını Ahmet’e yüklediği için huzursuzdu. Hemen Hemen her gün Ahmet’e huzursuzluğun nedenlerini anlatırdı. Ahmet ise yaptıklarını zevkle yaptığını sadece sağlığını düşünmesi gerektiğini uzun uzun anlatırdı. Böyle bir eşe sahip olduğu için şükretmediği günü yoktu Mercan’ın.
Orhan’ın getirdiği teklif, Ahmet’in beklentisinin çok üstündeydi. Orhan anlatırken o kadar heyecanla anlatmıştı ki eğer Lili orda olsaydı çekip götüreceğinden korkmuştu. Bahsettiği paralarla; gerçekten lüks bir hayata sahip olacaktı. Artık Mercan’a her şeyi anlatmasının zamanı gelmişti. Mercan’a yardım edebilecek hizmetçiler, yemekleri yapacak aşçılar ve en önemlisi çocuk için neredeyse kesin tedavi sunan özel hastanelere gidebileceklerdi.
Ahmet sonunda cesaretini toplayıp söylemişti her şeyi. Orhan’ın teklifini, sahip olacakları lüks hayatı, özel hastaneleri…
Tabi ki Mercan’ın hemen ikna olmayacağını önceden biliyordu. Lili ve sirk hikayesini biraz süsleyip söylemişti. Lili için daha güzel şartların oluşacağına, iyi bir eğitmenle yeni hayatına adapte olacağına, kış ve zorlu hayat şartlarının aksine çok daha konforlu bir hayat süreceğini anlatmıştı. Mercan yatağında gözyaşlarına boğulmuş hayretler içerisinde kalmıştı. Ahmet’i duymak, duyduklarına da inanmak istemiyordu.
Saçları yüzüne düşmüş hıçkırarak konuşuyordu.‘’o bizim yavrumuz gibi, onu biz büyüttük nasıl bunları düşünebilirsin.’’
Ahmet karşı çıkıyordu. ‘’bizim yavrumuz değil Mercan. Bizim çocuğumuz olacak bunu sen de biliyorsun. Yabani bir hayvanı bu şekilde tanımlayamazsın.’’
‘’ Sana inanamıyorum. Sus lütfen sus.’’
Ahmet kendisinin kabullenme sürecini düşünerek bir süre bekleyecekti. Orhan’dan da biraz zaman istedi.
Ahmet, Mercan’ın soğuk tavırlarına aldırış etmeden, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyordu. Lili ile ilgileniyor, esprilerle Mercan’ı güldürüyor, ara ara da çok yorulduğunu ima etmeyi ihmal etmiyordu. Özellikle Lili’nin evin içine tuvaletin yaptıktan sonra çok söyleniyordu. Bazen ona tahammül edemediğini dile getiriyordu. Gerçekten de Lili’nin enerjisine tahammül edecek tek çift onlardı.
Mercan bütün işleri Ahmet’e yüklemenin verdiği yük altında günden güne eziliyordu. Lili’nin en azından tuvaletini dışarıda yapması için dua ediyordu. Her tuvalet faciası sonrasında Ahmet’in gözlerindeki öfkeyi net şekilde görebiliyordu.
Lili’yi sirk sahibine vermek isteyen Ahmet, yaşadığı zorlukları bahane ederek artık Lili’yi istemediğini birkaç kere söylemişti. Artık ilgilenmiyor, yiyeceklerini doğru düzgün vermiyor, hatta kapıyı açmadığı zamanlar da olmuştu. Mercan ilaçların etkisinde kocasına ve hatta kendisine bile zaman ayıramazken Lili için savaş vermeyi bırakmıştı.
Ahmet doğru yolda olduğunu, Mercan’ın artık kabullenmek üzere olduğunun farkındaydı. Mercan’ın hareketsiz hayatı, Lili’nin dayanılmaz enerjisi ve Ahmet’in söylenmeleri hayatlarını bambaşka bir noktaya getirmişti. Mercan’ın kendisinin ikna olacağın ve kendisinin konuyu açacağına inansa da bekleyemeyip tekrar fikrini sormuştu.
Sert tepkisini beklediği eşi daha ılımlı davranmış, birçok detayı sormuştu. Ahmet süslediği hikayesini tekrar detaylıca anlatmıştı. Mercan bütün şartları göz önünde bulundurunca, en doğru kararın bu olacağına karar vermişti. En doğru kararın Lili’nin doğal yaşamında kalması gerektiğini çok iyi bilse de ışıltılı bir hayata kim hayır diyebilirdi ki? Ahmet’e tek bir şart koştu.
Mercan’ın isteği üzerine bir gün Orhan ve eşini yemeğe davet ettiler. Geçen seferki samimi ortam ortadan kaybolmuştu. Ahmet ve Orhan diken üstü tavırlarıyla gecenin soğuk nevaleleri gibiydiler. Ahmet önceden tembihlese de Orhan’ın yanlış bir şey diyeceğinden korkuyordu. Neticede herhangi bir patavatsızlığı ilk patavatsızlığı olmayacaktı.
Gece boyunca Lili ve geleceği hakkında konuşup, vicdan rahatlama sözlerine kendilerini inandırdılar. İki aile bu masum yavru üzerinden kazanacakları paralardan hiç bahsetmeden sadece Lili’nin daha iyi olacak yaşam şartlarından bahsettiler.
Sonun da Mercan’ın sunacağı tek şartı sordu Orhan.
‘’ Evet anlatacaklarım bu kadar. Başkası sorusu olan?’’ dedi Orhan.
Ahmet ‘’ Bir şartın vardı hayatım’’ diyerek Mercan’a baktı.
Masadaki herkes Mercan’a dönüp bakınca Mercan boğazını temizledi:
‘’ Lili benim için çok önemli, daha doğrusu bizim için.’’ Ahmet başıyla onayladı.
Mercan devam etti: ‘’ Onu annesinden ayıramam, bunun düşüncesi bile korkunç.’’
Orhan’ın eşi; ‘’kesinlikle en önemli nokta.’’ Mercan’a destek verdi.
‘’Lili ve Tombi’yi ayıracak herhangi bir planın içinde bulunmayacağım gibi, planın bozulması için elimden geleni yaparım!’’
Ortamda kısa süreli bir sessizlik olduktan sonra. Orhan; ‘’ Ana temamız Lili’nin anne demesi, ve yanına almasını istediğimiz ikinci hayvanımız Lili’nin annesiyse, sirk sahibi bunu memnuniyetle karşılayacaktır.’’ Dedi Mercan: ‘’ Hayvan…’’ bastırarak söylemişti’ ’ihtimalleri konuşmuyoruz sanırım.’’ Diye sert çıkıştı.
Ahmet, Mercan’ın ellerini tutarak Orhan’a döndü; ‘’ Evet bu konuyu da netleştirdikten sonra başka bir sorunumuz kalmayacaktır. Ama onları ayırma fikrini kesinlikle aklından bile geçirmesin, sevgili sirk sahibi.’’ Dedi.
Orhan ve eşi köyden ayrıldılar. Tombi’yi sirk sahibine anlatacak, kabul ederse birlikte geleceklerdi. Altın yumurtlayan tavuğu -Lili’yi- gözleriyle görmek isteyecekti. Ahmet ve Orhan aileleri için servet, kendisi için küçük bir yatırım olarak gördüğü parayı kime ve neye harcayacağını doğal olarak bilmek istiyordu.
Ahmet, sadece sirk sahibinin gelmesine onay vermişti. Tanımadığı yabancı insanları evlerine alamaz, Lili’yi de -daha doğrusu kazanacağı parayı- riske atamazdı. Kayınbabasının gözündeki ‘’yetersiz damat’’ çizgisinden çıkmasına son bir adım kalmıştı.
İki günlük bekleyişin bitmesini istemedi Mercan. Ruhuna dokunan bu iki heceyi defalarca duymak istiyordu. Lili’nin belirsiz geleceği, alıştıkları hayattan kopma düşünceleri dışarıdaki kıştan daha soğuk ve keskindi. Lili her anne dediğinde Ağladı Mercan. Doğanın kendisine verdiği hediyeye ihanet mi ediyordu?
Orhan; sabahın erken saatlerinde, siyah takım elbise giymiş, kendinden emin, beyaz tenli tıknaz adamı Adil Bey diye tanıttı. Son model arabası çamurun ele geçirdiği bu köyde, olabildiğince uyumsuz duruyordu. Görünüşün aksine beyefendi bir yaklaşımı, kalın bir ses tonu ve güçlü bir diksiyonu vardı. Sesinde güveni hisseden Ahmet’le Mercan bir nebze de olsa rahatlamışlardı. Mercan salondaki yatağından çıkmamış, ilgisiz tavırlarıyla küçük bir ‘’hoş geldiniz’’ demişti. Ahmet kimseye söylemese de içten içe büyük bir vicdan azabı çekiyordu.
Soba alevinin, yağlı boyayı turuncuya çevirdiği duvarların ortasında, samimiyetten eser yoktu. Ahmet, Orhan’ın Adil Bey’i öve öve bitiremediği dakikalarda zamanın esnediğini düşündü. Adil Bey de övgülerden sıkılmıştı ki her boşlukta hafif gülümseyip araya girmek istemiş, Orhan gür sesiyle bastırmıştı. Duvarda Mercan’ın neşeyle güldüğü fotoğrafa dikkat çekmeden bakıyordu. Gözleri gülen neşeli kadınla, hemen sağında uzanan kadının benzer çok az yönü kalmıştı. Nihayet bahçeden Lili ve Tombi’nin tiz çığlıkları duyulmuştu. Mercan anlık refleks ile yatağından kalkacaktı ki Ahmet ‘’hayatım’’ diyerek hatırlamada bulundu.
Kapının açılmasıyla içeri atlayan Lili şaşkın gözlerle yabancıları süzüp, giriş kapısında bekleyen annesinin kucağına tekrar atladı. Tombi kararsız bir şekilde kapıda yabancılara bakıyordu. Sıcak odada kendilerini bekleyen çeşitli meyvelere bakıtı. Lili’nin masumiyeti karşısında Mercan’ın gözleri doldu. Kısık bir sesle ‘’ o daha bebek’’ diyebildi. Yatağında doğrulmuş, sağ elinin baş parmak tırnaklarını kemiriyor, misafirlerinden rahatsız olduğunu beden diliyle olabildiğince anlatıyordu.
Ahmet Tombi’nin başını okşadı, yerde hasır sepette bekleyen meyvelerden birini alıp uzattı. Annesinin karnına sarılmış Ahmet’e masum masum bakan Lili, meyveyi görür görmez elinden çekip afiyetle yemeye başladı. Tombi bir tehdit görmemiş ki ti yavaş yavaş içeri girmeye başlamıştı.
Ahmet dolaptan iki muz kapıp gösteri için hazırlandı. Lili muzları görünce elindeki elmayı bırakıp Ahmet’e yöneldi. Adil Bey meraklı gözlerle onları izledi. Ahmet, muzun üst kısmından bir parça koparıp Lili’ye uzatıp geri çekti. Beklenen mucize gerçekleşiyordu. Lili’nin küçük ağzından net iki hece çıktı ‘’an-ne’’. Mercan bakışlarını başka tarafa çevirince Orhan’ın eşiyle göz göze geldi. Kadının gözlerindeki ifade Lili’nin neden bu kadar değerli olduğunu gösteriyordu. Bu olağan değildi. O bir maymun yavrusuydu ve konuşuyordu. Binlerce kişi bunu yakından tecrübe etmek isteyeceğini anlıyordu.
Adil Bey’in siyah gözleri parlamış, neredeyse ağzının suları akacaktı. Ahmet her muz parçasını geri çektiğinde Lili mucizeyi gerçekleştiriyordu. Orhan ise Adil Bey’e pür dikkat kesilmiş onun ilgili bakışlarından sonucu tahmin etmeye çalışıyordu. Sonuç apaçık ortadaydı. Adil Bey, Lili gibi bir ‘’yatırımı’’ kaçırmayacaktı. Öyle de yaptı.
Adil Bey, ortalığa konuşuyor gibi yapsa da aslında direkt Mercan’ın duymasını istiyordu. Lili’ye sağlayacakları konfordan, nazik eğitmenlerinden, sağlık takibi için sirkin tecrübeli veterinerlerinden uzun uzun bahsetmişti. Sesindeki güven Mercan’ı rahatlatıyor, Lili’yi bekleyen güzel yaşantıyı hayal ediyordu. Sıcak bir ev, oyuncaklar, sağlıklı bir yaşam her çocuğun hakkıydı ve Lili de bir çocuktu. Orman şartlarından her türlü iyi olduğuna kendisini inandırmaya çalışıyordu. İçinden bir ses ise duymak istemediği zorlukları bağıra bağıra anlatıyordu. Mercan’ın duymak istedikleri, iyi olanlardı.
Adil Bey ve Orhan İki gün sonra Lili ve Tombi’nin teslimatı için geleceklerdi. Orhan ve Eşi Son detayların konuşulmasından sonra Adil Bey’le beraber köyden ayrıldılar. Anlaşmalarına göre teslimata yine aynı ekip gelecekti. Ekip Tombi ve Lili’nin kahvaltı saati için dışarıda bekleyecek, Ahmet ise sirkten getirilecek kafese maymunları kilitleyip verecekti. Planı konuşurken dahi içi sızlamıştı Ahmet’in. Kafes teslim edilmeden önce konuştukları yüklü parayı elden teslim alacaklardı.
O gece Ahmet ve Mercan tek kelime dahi etmedi. Birbirlerinin yüreğine su serptirecek iyimser cümleler tükenmişti. Artık tek bir gerçek vardı. Lili’yi para karşılığında satmışlardı.
Sabah’ın ilk ışıklarında arabanın gürültülü motoru Ahmet’i yatağından kaldırdı. Zaten doğru düzgün uyumamıştı. Salonda yatan karısına bakınca onun da hiç uyumadığını gördü. Üstünü değiştirdi. Sıcaklığını kaybetmiş sobadan külleri alıp dışarı çıkardı. Buz gibi hava yorgun hücrelerini uyandırdı.
Bahçenin dış kapısı açıktı. Araba kapının önünde bekliyordu. Orhan arabadan inip bagajdan kafesi aldı. Adil bey kafasıyla Ahmet’i selamladı. Ön tarafta sadece şoför vardı. Orhan’ın eşi ise ortalıkta gözükmüyordu.
Ahmet külü bahçe kapısında duran büyük siyah bidonun içine boşaltıp ‘’Hoş geldiniz’’ dedi. Orhan bagajdan kafesi alıp arka sol kapıdaki Adil Bey’in kapısı açtı. Adil bey siyah bir çantayı kafesin içine koyup kapısını kapattı. Orhan kapıda kendisini bekleyen Ahmet’e neşeyle ‘’ Günaydın dostum, bu da senin payın, konuştuğunuzdan fazlası olabilir ama az olması mümkün değil ‘’ dedi gülerek ‘’ Adil bey cömerttir.’’
Ahmet elindeki kovayı bırakıp kafesi aldı. Tek kelime etmeden içeri yöneldi. Buz gibi hava içeri hücum etmişti. Kafesi Sobanın yanına bırakıp içindeki para dolu çantayı alıp Mercan’a verdi. Soba kovasını doldurmak için salondan çıkarken ‘’İşte geleceğimizi kurtaracak para’’ diye geçirdi içinden. Mercan ve Ahmet’in bir haftadır süren karamsar ruh halini bir çanta dolusu para bir anda yıkmıştı.
Ahmet kovayı hızlıca doldurup, içeri döndü. İçerisi ısınmaya başlarken birlikte çantadaki parayı saydılar. Arabada duran ikinci çanta ise Orhan’ın parasıydı.
Belki de bahçelerinde son kez duyacakları o neşeli ses ayrılığı hisseder gibi cılızdı bugün. Ahmet meyveleri kafesin içine yerleştirdikten sonra kapıyı açtı. Lili içeri atlayıp salona geçti. Mercan elindeki muzu göstererek seslendi Lili’ye. ‘’Anne’’ diye atladı kucağına. Lili Afiyetle beslenirken, Mercan doya doya sarıldı, öptü, veda etti.
Tombi kafesi başta garipsemiş ama güvenmemesi için bir neden tehlike görememişti. İçine girip meyvelerin tadını çıkarıyordu. Ahmet de Lili’yi alıp son kez sarıldı. Tombi’nin yanına koyup bir süre izledi ikisini. İkisinin de keyfi yerindeydi, ev sıcaktı, yiyecekler güzeldi ve en önemlisi güvendeydiler. Kafes ikisinin rahatça sığacağı kadar büyüktü.
Dikdörtgen gövdesinin etrafını galvanizli çelik teller yatay ve dikey olarak sarmıştı. Üstünde yuvarlak bir tutamaç, içinde ise bir peluş küçük bir yatak seriliydi. Sadece üstü tutamacın altındaki kubbe şeklinde çatıdan içerisi gözüküyordu. Ahmet kafesin kapısını kapattı ve kilitledi. Tombi kapının kapanmasıyla huzursuzlandı. Birkaç çığlık attıktan kubbeye doğru tırmandı. Seyrek galvanizli tellerin arkasında siyah yuvarlak gözleri şaşkınlıkla Ahmet’e bakıyordu. Mercan elleriyle kulaklarını kapattı.
Mercan Lili’nin kendisini unutmaması için duvarda duran fotoğrafı da götürmesini istemişti Ahmet’ten. Ahmet hızlıca kafesi kaldırıp, duvarda paslı bir çiviyle asılı duran fotoğrafı da kaptığı gibi çıkışa yönelmişti. Tombi daha çok korkup çığlık atmaya devam etti.
Güvendiği bu adam, onu beslemişti, oyun oynamıştı, kendisini ve yavrusunu hiç incitmemişti. Ona güveniyordu. Kendisine zarar vermezdi. Bahçeden arabaya doğru giderken, kafesin boşluklarında gözüken Tombi’nin yalvaran gözleri birçok şey anlatıyordu. ‘’bırak beni sahip, bana zarar verme’’.
Lili ve Tombi’nin yaşamı o günden sonra başka yöne doğru savruldu. Kafesi aldıktan sonra, araba hızlıca uzaklaşmıştı köyden. Adil Bey yol boyunca Orhan’ın tatsız şakalarına ve gereksiz böbürlenmelerine hiç cevap vermemişti. Şehir merkezinde Orhan’ı indirip yoluna devam etmişlerdi. Sirk şehrin kuzey batısında, biraz daha doğayla iç içeydi. Sirkte bulunan yırtıcı hayvanların olası firarı göz önüne alınarak şehir merkezinde sirk ve hayvanat bahçelerine izin verilmemişti. Yolun tenha yerlerinde birkaç kere durup kafesi birkaç kere kontrol ettiler. Lili ve Tombi korkudan birbirlerine sarılmış, korkuyla başına gelecekleri bekliyorlardı.
Sirkin ışıklı bahçe kapısından geçip arka taraftaki, sirk hayvanlarının giriş çıkışı yapıldığı bölüme geldiler. Sirkin ön tarafı pembe sarı boyalarla, mermer merdivenlerle, parlak yaldızlı kompozitlerle donatılmıştı. Yanıp sönen renkli ışıklarla ve devasa ışıklı tabelayla, cennetin girişi kapısı gibiydi. Arka taraf ise beyazın tam tersi gibiydi. Kapkaranlık.
Bakımsız çamurlu yolları, yüksek ve boyasız duvarlar karşılıyordu. Personel için yapılmış beton merdivenler kasvetli duruyorlardı. Ve en kötüsü dayanılmaz seviyedeki kötü kokuydu.
Ahırdan daha ağır bir kokuya sahip bu soğuk odalarda hayvanların çoğu tasma veya zincirlerle oldukları yere bağlanmışlardı. Fil, aslan, maymun, kaplan, ayı, at, papağan, köpek gibi birçok hayvan sahnenin arkasındaki korkunç ahırlarda yaşıyorlardı. Yaşamaya çalışıyorlardı. Her hayvan türü farklı odalarda zincire vurulmuştu.
Mavi galoşlarıyla içeriye girdi Adil Bey. Şoför Lili ve Tombi’yi büyük bir özenle taşıyor, Adil Bey’i takip ediyordu. Bütün çalışanlar aşırı derecede çekinirdi Adil beyden. Yolda sohbete dalmış kırmızı pantolonlu, siyah beyaz çizgili kazak giyen iki jonglör Adil Bey’i görünce, hemen işe koyuldular. Bir palyaço hızlıca makyaj odasına yöneldi. Sahne tarafında bir ip cambazı dengesini yitirince neredeyse yere kapaklanıyordu. Adil Bey’in içerdeki etkisi inanılmazdı.
Hızlı adımlarla ikinci kattaki odasını çıktı. Şoförde kafesi odasına getirmişti. Adil bey makam koltuğuna oturdu. Şoförün yüzüne bakmadan; ‘’Maymunların olduğu bölüme git. Orada zayıf uzun boylu bir çocuk var. Neydi onun adı?’’ Şoför; ‘’Rıdvan efendim.’’
‘’Ha evet ne haltsa al onu gel.’’ ‘Peki efendim’’ dedi şoför. Kapıdan çıkarken patronu tekrar seslendi. ‘’Ha bir de veterinerlerden kim boştaysa onu da al. Hemen!’’
Ne Tombi’nin ne de Lili’nin çıtı çıkmıyor, en güvendikleri tarafından hapsedildikleri kafeste öylece bekliyorlardı.
Adil Bey ‘’hayvan terbiyecisi’’ Rıdvan ve muhtemelen yeni mezun veteriner kızı gözleriyle süzdü. Rıdvan sirk çalışanların aksine her zaman öz güvenli duruşu, çekinmeden konuşmasıyla, sirk personeline liderlik ederdi. Veteriner Tuğçe ise daha ürkek bir yapıdaydı
Adil Bey ikisine de Lili için yaptıkları yatırımı, onda var olan mucizeyi tane tane anlattı. Jest ve mimiklerinde ciddiyet akıyordu. Lili’nin annesinden ayrılmaması gerektiğini, konforlu bir hayat sağlanacağını, diğer sirk hayvanlarından uzak tutulacağını dinlemişlerdi.
Tuğçe’nin gözlerine sert bir bakış atıp; ‘’ Sağlık kontrollerini yaparken dahi canını acıtmadan yapacaksın, iğnenin acısını dahi hissettirmeyeceksin.’’
Tuğçe bu ani emiri beklemiyordu. Hafif kekeleyerek ‘’ Ev-evet efendim anladım dediklerinizi’’
Adil Bey hafif iç çekerek, ‘’Umarım anlamışsınızdır.’’ Rıdvan’ı gözleriyle işaret ederek ‘’Sen?’’
Rıdvan kendinden emin ‘’Hiç merak etmeyin, Küçük maymun eskisinden daha iyi konuşacaktır.’’
‘’Lili’ ’diye düzeltti. Mercan’ın olduğu fotoğrafı uzatarak ‘’Bu fotoğrafı al, konuşmazsa göster, anne olarak bu kadını kabul ediyor.’’ ‘’Anlaşıldı efendim.’’
Lili ve Tombi, diğer sirk hayvanlarından ayrı bir odaya konuldular. Oda oldukça küçüktü. Hapishane hücrelerine benziyordu. Yan tarafındaki duvarın üstü açıktı. Oradan gelen soğuk havayı kapı engelliyordu. Odanın her yeri kapalıydı. Lili ve annesi zincirle oldukları yere sabitlenmek zorunda değillerdi. Lili için bu küçük odaya oyuncaklar, salıncak ve güzel bir yatak konulmuştu. Karanlık odaya sarı bir ampul kafa tutuyordu. Havalandırmanın önüne takılmış küçük bir menfezden içeri sızan birkaç gün ışığı dışında doğaya dair hiçbir şey yoktu. Mercan’ın fotoğrafı da duvardaki yerini almıştı.
Lili annesinin kesesinden ayrılmayan bir kanguru yavrusu gibiydi. Tombi ise günün büyük bölümünde kurtarılmaları için cılız çığlıklar atıp duruyordu. Ne oyuncaklar ne de salıncak dikkatlerini çekiyordu. Buraya ait değillerdi. Kapı her aralandığında odanın bir köşesine sığınıp çocuk ağlamasını andıran bir ses çıkarıyorlardı. Rıdvan olabildiğince nazik davranıyor, bazen odada bir iki saat kalıp güvenlerini kazanmaya çalışıyordu. İnsanları tanıyorlardı artık. Alışmadılar, güvenmediler.
Tuğçe de ara sıra bağ kurmaya çalışsa da asla durum değişmemişti. Bir keresinde Tombi’nin ani bi refleksle duvarda duran Mercan’ın fotoğrafına saldırdığına şahit olmuştu. Zaten hiç etkisi olmayan fotoğraf Tombi’nin saldırısıyla paramparça olmuştu. Fotoğraftan geriye ufak bir parça kalmıştı. Tuğçe küçük parçayı, beyaz önlüğünün ön cebine koymuştu. Çoğu zaman aç yatıp, aç kalktılar. Tuğçe sağlık durumlarının iyiye gitmediklerini rapor etmişti.
Açlıktan yorgun düşünce beslenmeye başlamışlardı. Rıdvan ise klasik yöntemlere geçmeleri gerektiğini her fırsatta dile getiriyordu. Klasik yöntemler; şiddet, korku, işkence…
Adil Bey sabırlı biriydi. Eğer Lili’nin geldiği gün bütün şehir panolarına ‘’Konuşan Maymun Lili, Çok yakında ‘’Çıngırak Sirki’nde’’ şeklinde reklam vermeseydi beklerdi. Ardından iki haftalık bir süre belirtilmiş ve biletler satışa çıkmıştı. Biletler Çıngırak Sirkinin satış rekoruna imza atmıştı. Şehrin merkezinde küçük bir kulübede satılan biletler fiyat yüksekliğine karşın hızlıca tükenmişti. Bir sonraki gösteri tarihi için şimdiden ödeme yapmayı teklif eden yüzlerce insan vardı.
Geçen bir haftalık süreçte Lili değil konuşmak, insanlara dahi yaklaşmıyordu. Önce güven sağlanacak, ardından sahne eğitimi alacak ve kalabalıklardan korkmaması her gün saatlerce prova yapılacaktı. Lili buna değil iki hafta bir yıl kadar uzaktı.
Ringmaster’dan, sihirbazlara, müzisyenlerden trapezcilere, hatta veteriner ve seyyar işçilere kadar herkes Lili’yi düşünüyordu. Yıllardır gösteri yaptıkları, geçimlerini sağladıkları Çıngırak Sirki bütün itibarını kaybetmek üzereydi. İşsizlik kapıdaydı.
Alışma sürecinde Lili’ye gösterilen müsamaha en çok hayvan terbiyecilerin canını sıkıyordu. Onlar vahşi doğanın canavarları olarak adlandırılan aslanları eğitmiş, serbest kaldığında bütün sirki yerle bir edebilecek filleri muma çevirmişlerdi. Zaten eğitilmiş bir maymunu klasik yöntemlerle hızlıca şova hazırlayacaklarına inanıyorlardı.
Büyük şova bir hafta kalmıştı ki Adil Bey’in korkuları gerçekleşmek üzereydi. Lili hazır değildi. Birçok büyük haber kanalı Çıngırak Sirkinin iddiasını haber yapmış, ilgi şimdiden çığ gibi büyümüştü. Adil Bey bütün bu ilginin altında ezilip kalıyordu. Sirkte esip gürleyen adamın yerine, bütün çalışanlarından yardım dilenen bakışlarla dolaşıyordu. Hep beraber bu sorunu çözmek zorundaydılar.
Rıdvan Lili’nin odasındayken Adil Bey kapıda durup iyi haberi bekliyordu. Rıdvan saatler süren bekleyişlerin sonunda kafasını sallayıp kötü haberi veriyordu. Adil Bey klasik yöntemlerin bir maymuna gösteri bisikletini sürdürebileceğini biliyordu. Ya da bir aslanı ateş çemberinden sorunsuz geçirebileceğini de. Ama bir mucizeye şiddet uygulayıp büyük bir risk alamazdı. Süre bu kadar daralmışken tek bir çözüme odaklanmıştı. Çözüm Mercan’dı.
Şoförüyle birlikte, karın ağaçları süslediği bu soğuk kış gününde köye doğru yola çıktılar. Tek başına gidiyorlardı. Orhan’la kaybedecek zamanı yoktu. Şehir merkezine oranla köy yolları beyaz karın cilvesine hemen kanmış, bağrına sıkı sıkı basmıştı. Kaygan yollardan olabildiğince yavaş geçerek Mercan ve Ahmet’in evlerine ulaşmışlardı. Baca tütmüyor, perdeler ise kapalıydı. Bir zamanlar Adil Bey’e çocukluğunu hatırlatan bu sıcacık ev şimdi terkedilmiş, arkasında sadece ölü anıları bırakmıştı.
Lili’nin gittikten sonra, sessiz ev ve derinden gelen vicdani sızı dayanılacak gibi değildi. Zaten planlarının arasında daha iyi bir yaşam ve daha iyi bir hastane olan çift, evden sadece fotoğraflarını ve birkaç hatırası olan giysilerini alıp gitmişlerdi. Mercan’ın tedavi için hareketsiz yaşama, bir süre daha dayanması gerekiyordu. Bu yüzden Ahmet yanına alacakları eşyaları toplamış, şehre giden bu girintili çıkıntılı, tümsekli yollarda arabayı olabildiğince yavaş kullanmıştı. Hareketsiz hayat için gerekli olan 1 haftalık süreç bitene kadar otelde kalacaklardı. Lili’den söz etmiyorlar, yeni hayatlarının planlamasına odaklanmışlardı.
Adil Bey şehre döner dönmez Orhan’a uğramıştı. Mercan ve Ahmet hakkında en ufak bilgisi yoktu Orhan’ın. Adil bey kahrolmuştu. Altın yumurtlayan tavuk ellerindeydi ama tavuk yumurtlamayı bırakmıştı.
Rıdvan sonunda Adil Bey’den kaptığı izinle koşar adımlarla, beyaz renkli döner merdivenler hızla indi. Bütün iş arkadaşları izni kaptığını anlamışlardı. Sahne dekorlarını yerleştiren iki seyyar işçiye, Tombi ve Lili’nin diğer maymunların yanına götürülmesini ve ikisine de tasma takmalarını söylemişti. ‘’Ha unutmadan ikisini yan yana bağlamayın ve zarar vermeyin.’’
Alet kemerinde kahverengi bir kamçı, siyah ince gövdesi ucuna göre daha kalın bir sopa ve ince bir çubuk bulunan Rıdvan hızlı adımlarla Tombi ve Lili’nin de olduğu bölgeye yöneldi. Üstü çatı, etrafı yarıya kadar kaldırılmış bir beton duvarın içindeydiler. Yarı kapalı bir odaydı. Odanın içinde birbirine paralel 4 duvar ve her duvarın üzerinde 4 makak maymunu tasmalarla bağlanmıştı. Tombi en arka duvara , Lili ise en ön duvara bağlanmıştı.
Maymunların tasmaları birbirlerine ulaşmayacak uzunluktaydı. Lili’nin sağında ve solunda zincire vurulmuş iki yetişkin makak maymunu vardı. Dış duvara yakın olan makak maymunu ince duvarın üzerinde uzanmış, ilgisiz gözlerle Lili’ye bakıyordu. İç taraftaki maymun ise daha genç ve hareketliydi. Lili’den pek hoşlanmışa benzemiyordu. Homurdanıp dişlerini gıcırdatıyordu. Tasmasını koparsa Lili’yle bir kedi fare oyunu oynamaya hazırdı. Ölümcül bir kedi fare oyunu.
Zavallı Lili. Duvarın üstünde zar zor duruyordu. Birkaç kere aşağı kayıp korkuyla sağa sola koşuşturmaya çalışıp tekrar pis duvara tırmanmıştı. Tasmayı öğrenmeye başlamıştı. Tutsaktı. Bunu küçücük yaşında karmaşık zihni kabul etmeye başlamıştı. İnsanımsı bebek yüzü o kadar hüzünlü bakıyordu ki, diğer hayvanların çığlıklarını artık kulak asmayan bütün sirk çalışanlarının içini acıtmıştı. Tabi ki Rıdvan hariç.
Lili her yere düştüğünde çığlıkları basmış etrafındaki tehditleri hiçe sayarak defalarca zincirinden kurtulmaya çalışmıştı Tombi. Lili’ye doğru atılıyor, tasması küçük bedenini hızlıca geri çekip yere yapışmasına neden oluyordu. Yavrusuna kavuşmak için tasmasıyla büyük bir savaş içindeydi. Sonunda yorgun düşüp öylece beklemişti.
Lili yaklaşık bir gündür beslenmemişti, her ne kadar yasak da olsa Rıdvan onu gizlice aç bırakıp, çok sevdiği muzla kandırmayı denemiş, sonuç alamayınca Lili’nin yemek yemeyi hak etmediğine karar vermişti. Zaten kime anlatabilirdi ki Lili. Dili olmayan her canlının en büyük düşmanı değil miydi insan? Peki insan ne demekti?
Acıkmıştı. Yorulmuş ve korkmuştu. Rıdvan’ı görünce ani bir manevrayla duvarın diğer tarafına düşmüştü. Rıdvan’ın sağında ve solunda bulunan iki ölümcül tehditten herhangi bir farkı olmadığını hissediyordu. Burada geçirdiği bir hafta boyunca ona hiç yaklaşmamasının sebebi; haklı iç güdüleriydi. Rıdvan işinin hakkıyla yapan biriydi. Patronu için harika bir işçi, hayvanlar için bir şeytandan farksızdı. İçeri girmesiyle sirkin bütün maymunları olduğu yerde doğrulmuş, Hemen hemen hepsi bağlandıkları duvarın arkasına saklanmaya çalışmışlardı.
Rıdvan tasmasından tutup yukarı doğru çekince, küçük boynu tasmaya sıkışmış nerdeyse nefesi kesilmişti. Bir eliyle Lili’yi tutarken diğer eliyle tasmanın boyunu kısaltmıştı. Arkada kendisini izleyen iş arkadaşlarının seslerini duymuş, üzerinde stres artmaya başlamıştı. Bütün bir hafta boyunca kendi yöntemleri için baskı yapmış, sonunda izni almayı başarmıştı. Evet, daha önce eğitemediği hayvan sayısı çok azdı.
Eğitemediklerinin ya yaşları çok büyüktü ya da zaman ayırmaya gerek kalmayacak kadar yeteneksizlerdi. Lili hem genç hem de üstün yetenekliydi. İlk defa bir maymun konuşma eğitimi verecekti. Nefes kontrolünü yaptı. Siyah çizmelerinin topuklarına bastırdığı acıyı da görmezden gelerek Lili’nin kafasından sıkıca tuttu. Lili çığlı basınca Tombi kendi tasmasına dolanıp güçsüz bir çığlık attı.
‘’Şimdi sakin ol ve babanı dinle’’ elini sağ diz cebine atıp bir muz çıkardı. ‘’ bunu istiyor musun?’’ ‘’İstiyorsan Söyle bakim ‘’an-ne’’ Lili ellerinden kurtulmaya çalışırken muza bakmamıştı bile. Tekrarladı ‘’ An-ne’’ ‘an-ne’’
Lili Rıdvan’ın kocaman ellerinden kurtulmaya çalışırken minik elleriyle, koca parmaklarını çizmeye çalışıyordu. Nafile. Rıdvan sağ elinde tuttuğu sarı parlak muzu sallayarak ‘’an-ne’’ demeye, devam etti. Sonunda küçük parmaklarıyla Rıdvan’ın biçimsiz büyük parmağından birini çizmeyi başarmıştı. Rıdvan hızla muzu duvarın üstüne koydu. Alet kemerinden kahverengi kamçıyı çıkarıp ayaklarına doğru ilk darbeyi vurdu. Lili acı bir çığlık attı. Canı yanan bir bebeğin sesiydi bu.
O kadar şiddetli vurmuştu ki arkasında kendini izleyen iş arkadaşları kamçıdan çıkan sesle gözlerini sertçe kapatıp açmışlardı. Arkadan biri ‘’ O çok küçük ağabey, sakin ol.’’ Diye mırıldanmıştı. Tuğçe arkasını dönüp kulaklarını kapatmıştı.
Tombi’nin güçsüz çığlıkları duyulmuyordu artık.
Rıdvan tasmasını o kadar kısaltmıştı ki, ne öne ne de arkaya düşebilirdi. Küçücük başı tasmanın sabitlendiği buz gibi çakıya değiyordu. Zaten korkudan kafasını kaldırıp, kendisine şiddetle vuran canavara bakacak cesareti yoktu. Küçük kafasını önüne eğmiş, masum yuvarlık gözlerinde yalvarış vardı. Kendisinden ne istendiğini bilmiyordu ki. Sadece annesini istiyordu. Dünyanın en kötü yerinde bile olsa annesinin kucağı güvenliydi. Annesi kendisini korurdu.
Rıdvan arkadaki kalabalığı eliyle ‘’sus!’’ işareti yaptıktan sonra 3 kere sertçe ellerini birbirine vurarak alkış sesi çıkarmıştı. Alkış sesini duyan bütün maymunlar aynı anda bağlı oldukları duvarın üstüne fırlamışlardı. Arkadan başka bir hayvan terbiyecisi plastik, koyu mavi bir sepetin içinde getirdiği ödül mamalarını bırakıp gitmişti.
Rıdvan her maymuna ayrı bir emirde bulunup yapanlara ödül mamasını vermişti. Tek ayak üstünde duranlar, arka iki ayağını yukarı kaldıranlar, iki elini yukarda birleştirip reverans yapanlar… Birkaçı biraz geç kalınca kamçıyı, diğerleri ise ödülü kapmıştı. Tombi ’ye karışmamıştı. Lili’nin görerek eğitim alacağını biliyordu.
Birkaç daha ‘’an-ne’’ ve kampçı denemesinden sonra geri çekilip küfürü basmıştı. Lili’nin üstünde durduğu beton rengi duvarda birkaç kan damlası görünce Tuğçe fırlayıp müdahale etmişti.
Tuğçe Lili’yi alıp veteriner odasına götürdü. Soğuk uzun beyaz masanın üstünde tir tir titriyordu. Burada tasma takmasına gerek yoktu. Açık tek bir alan bile yoktu. Kapı kapalıydı. Tuğçe her dokunmaya kalkıştığında, Lili ince tiz çığlıklar atıyordu. Elleriyle başını koruyordu. Tasması açılmasına rağmen kaçmaya çalışmıyordu. Rıdvan, onu konuşturmasa da, itaat etme eğitimini almaya başlamıştı. Tuğçe yaralarını sarmış, biraz da sarılmıştı. Lili açlıktan o kadar yorgun düşmüştü ki, ilk defa annesinin olmadığı bir yerde uyumak üzereydi. Rıdvan kesin emriydi, Lili yemek yemeyecekti.
Birkaç saat dinlenmeden sonra tekrar işkence seansları başlamıştı. Lili’nin itaat ettiğini gören Rıdvan ilk ödül mamasını vermişti. Mamaya yaklaşmayınca küçücük vücuduna çarpan ilk kamçıyla hemen mamayı alıp yemeye başlamıştı. Rıdvan’ın yüzünde umut belirmişti. Öğreniyordu.
Tombi’nin Lili’yi etkilediğini düşen Rıdvan, Tombi’yi eski odasına aldırmıştı. Bu buz gibi soğuk duvarların arasında, annesinden uzaktı Lili.Rıdvan’ın mesaileriyle beraber hemen hemen bir gün içinde, itaat etmeyi, işaret edilen yerde durmayı, ceza ödül sistemini anlamaya başlamıştı. Neyse ki birçok sirkte kullanılan kanca, elektrikli çubuk gibi insanlığın karanlık yüzünü ortaya çıkaran aletlere, Çıngırak Sirki izin vermiyordu. Eğer izin verilseydi, Rıdvan’ın bu masum hayvanlar üzerinde o aletleri gözünü kırpmadan kullanacağına herkes emindi.
Lili’nin konuşması için arkada heyecanla bekleyen sirk çalışanları dağılmıştı. Bütün ekip üç gün sonra çıkacakları büyük ‘’Konuşan Maymun’’ gösterisine hazırlanıyordu. Eğer Lili iki heceyi söylemezse muhtemelen, bu sirkteki son gösterileri olacağının farkındaydılar.
Rıdvan son bir buçuk gün içinde kaç kere ‘’an-ne’’ dediğini hatırlamıyordu. Muhtemelen doğduğumdan beri anneme bu kadar çok anne dememişimdir diye söyleniyordu. Tuğçe’nin uyarıları üzerine kampçıyı azaltıp, çubuk ile Lili’nin konuşmadığı her eğitimden sonra şiddetle vurmuştu. Kamçıyı kullanmamasının sebebi Lili’ye acıdığı için değil, olası bir gösteride kamçı izlerinin yaratıcığı kaostu. Bu kalpsiz adamın kalbinde sevgiye, merhamete yer yoktu.
Çubuk tüylerinin arkasında yara bırakmıyor ama şiddetli bir ağrıya sebep oluyordu. Lili her çubuk darbesinden sonra çığlığı basıyor, etrafındaki maymunlar ne yapıyorsa aynısını yapmaya çalışıyordu. Sadece iki günde tek ayak üzerinde durmayı, reverans yapmayı, arka ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmişti. Rıdvan öğretmemiş, ödül mama sistemiyle diğer maymunlara eğitim verdiği sırada onları taklit ederek kendisi öğrenmişti.
Canlarının yanmasını istemeyen bütün büyük maymunlar, terbiyecilerinin el hareketlerine göre çeşitli hareketler sergileyip mamayı kapıyorlardı. Mama Lili’nin umurunda değildi. Minicik vücudu artık dayanamayacak kadar ağrılar taşıyordu. Korkudan gördüğü her şeyi yapmaya çalışıyordu. Tek ayağının üzerinde halinden memnun görünürken, gözleri çubukta korkudan titriyordu. Yine de terbiyecisinin şiddetinden kurtulamıyordu. Kendisinden istenilen neydi anlamıyordu. Üst üst gelen çubuk darbeleri, tokatlar, tutup fırlatılmaların ardından Rıdvan homurdanıp uyumaya gitmişti. Son kırk sekiz saatleri kalmıştı.
Adil Bey odasından pek çıkmıyor, Lili hakkında en ufak bilgi sormuyordu. En ufak bir gelişmede Rıdvan’ın koşar adımlarla kendisine geleceğini biliyordu. Sirkteki ruhsuz hava durumun ne kadar ciddi olduğunu da gözler önüne seriyordu. Umudu yavaş yavaş kayboluyordu.
Mercan doktorun belirttiği hareketsiz yaşam sürecini tamamlamıştı. Kontrol için randevuyu iki sonraya alabilmişti. Ahmet ise hayallerini kurdukları ev ve arazilerin peşine düşmüştü. Mercan’ın uzun bir süre sonra çıkıp yürüyeceği, hareket edeceği günü beraber geçirmişlerdi.
Mercan evlenmeden önceki lüks yaşamına tekrar dönmüş çabuk adapte olmuştu. Ahmet ise yıllardır hayalini kurduğu yaşama bir anda sahip olmanın savurganlığını yaşıyordu. Tarzının dışında giyiniyor, gittikleri mekanlardaki varlıklı insanlar nasıl davranıyorsa öyle davranmaya çalışıyordu. Mercan, Ahmet’in samimi bakışlarını o kadar özlemişti ki, bazen yanındakinin Ahmet olduğundan şüphe ediyorlardı.
Şehrin şık sokaklarında, hafif hafif serpiştiren karın tadını çıkardıkları bir esnada, Mercan’ın gözleri kocaman açıldı. Ahmet’in içini bir korku kapladı. Yoksa hareketsiz yaşamı erken mi sonlandırmışlardı? Mercan soğuk şaşkın bakışlarıyla tam karşısında duran reklam panosuna bakıyordu. Ahmet de dönüp panoya bakınca kalbinde bir ağrı hissetti. ‘’Konuşan Maymun Lili, Çok yakında ‘’Çıngırak Sirki’nde’’
Küçücük tatlı yavrularının fotoğrafları tam karşılarında duruyordu. Ahmet birçok haber kanalında izlemiş, şehrin bütün panolarında görmüştü. Mercan’ın görmemesi için hemen bütün haber kanallarını da silmişti. Uzun bir aradan sonra dışarı beraber dışarı çıkmanın heyecanıyla panoları unutmuştu. Onun kalbini acıtan Mercan’ın bakışlarıydı. Lili değildi.
Gösteri tarihiyle hastane randevuları aynı güne denk gelse de Mercan randevuyu birkaç gün erteleyecekti. Ne olursa olsun o gösteriye gitmek istediğini Ahmet’e bildirmiş, Ahmet de bilet için seferber olmuştu. Biletlerin çoktan tükendiğini bilse de Mercan’ın dolu gözleri karşısında bilet bulup gideceklerine söz vermişti. Artık varlıklıydı, karaborsa üzerinden bilet bulacağına emindi. Öyle de olmuştu.
İki saatlik uykudan sonra çizmelerini giymiş, şişmiş gözleriyle tekrardan Lili’nin yanına gitmişti Rıdvan. Lili’nin tasmasını sökmüş, sahte bir sevgiyle başını okşayıp Tuğçe’nin da olduğu veteriner odasına götürmüştü. Annesinden ayrıldıktan sonra itaat etmeyi öğrenen Lili, belki de yalnızken ağzından beklenen mucize çıkacaktı.
Oda karanlık ve soğuktu. Uzun beyaz masasının üzerindeki ince bacaklı masa tipi muayene lambası küçük bir alanı aydınlatıyordu. Lili’nin tasmasını beyaz masanın alüminyum kenarlılarına bağlayıp tam ışığın altında durdurdu. Lili utangaç bir çocuk gibi iki ayağı üzerinde, ellerini ağzına götürüp bekliyordu. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki neredeyse dışarıdan ritmi duyulacaktı.
Korku ve soğuk hücum ederken küçücük vücudu beyaz ışığın altında deprem gibi titriyordu. Beyaz ışık spot ışıkları gibi sadece Lili’yi aydınlatıyordu. Odanın geri kalanı zifiri karanlıktı.
Oda ya, müzikli gösterilerde kullandıkları bir davul getirtmişti. Rıdvan, tozlu davula tokmağı karanlıkta kalan eliyle, hızlıca vurmuştu. Şiddetli ses odada hızlıca yankılanmış zavallı Lili’nin korkudan havaya sıçramasına neden olmuştu. Tasması ters kuvvet uygulayarak onu baş üstü tekrar masanın üstüne oturtmuştu. Rıdvan hemen eliyle başını okşamıştı. Lili Rıdvan’ın kocaman ellerine sıkıca sarılmıştı. Bu sarıldığı il yanlış el değildi. Bir eliyle Lili’yi seviyor, içinde en ufak bir merhamet zerresi olmayan sahte sözcüklerle Lili’yi seviyordu. Karanlıkta kalan elindeki tokmak, davulun üzerinde tekrardan yükselip davulun sentetikten yapılmış yüzeyine sertçe çarptı. Bu darbe bir öncekinden daha şiddetli ve dolasıyla daha sesliydi. Lili Havaya sıçrayıp tasmasıyla geri çeklince, muayene lambasının ince ayaklarına hızlıca çarptı, lamba devrildi, ince gövdesi tasma ipinin üstünden geçerken, alüminyum aydınlatma başlığı Lili’yle zıt tarafa düşmüştü. Aydınlatma başlığından fırlayan ışık tam karşıda duran eski bir metal dolabı aydınlatmış, dolabın üstünde yırtık bir fotoğraftan kalan iki göz sanki içeriyi gözetliyor gibi meydana çıkmıştı. Lili yerinde doğrulup ışığın aydınlattığı yere bakınca, tasmasından kurtulmak için can havliyle öne atıldı. Tasmanın izin verdiği uzaklığa kadar ilerlemiş gözlerini dolaptan ayırmamıştı. Bir anda devrilen, ışığı düzeltmek için hareketlenen Rıdvan’ı iki hece durdurmuştu. ‘’ An-ne’’.
Rıdvan duraksadı, emin olmak istedi. Gerçekten duymuş muydu yoksa uykusuzluktan zonklayan beyninin bir oyunu muydu? Çok düşünmesine gerek kalmadan Lili tekrardan atıldı. ‘’An-ne’’ ‘’Anne’’. Dolapta duran gözler, Mercan’ın, Tombi tarafından parçalanan fotoğrafının kalan tek parçasıydı. Rıdvan hemen ışıkları açıp, Lili’nin tasmasını çözmüş, Lili’yi kucağına aldığı gibi dolabın yanına götürmüştü. Lili minik elleriyle o tanıdık iki çift göze dokunmaya çalışıyordu. Bir zamanlar huzur bulduğu, güvenin temsilcisi olan iki göze derin derin baktı. Yorgunluktan minik elleri titremeye devam ediyordu.
Rıdvan elinden cebinde çıkardığı muzun bir parçasını koparıp ona uzattı. Lili oyunu hatırlamıştı. ‘’anne’’
Hayatta güvenilecek kimse kalmadığında, herkes canımızı acıttığında, sarılacağımız ilk kişi canımızı daha az yakıp, güvenimizi daha zedeleyenlerdi. İnsan, hayvan veya bitki. Yaratılışın bir parçasıydı bu. Minik Lili de öyle yaptı. Kendisine en az ihanet eden kişi de aradı huzuru. Eskiden güven duyduğu gözler sanki eski güzel günleri geri getiriyordu.
Sirk bir anda hareketlilik kazandı. Günlerdir odasından çıkmayan Adil Bey büyük bir coşkuyla sirkin her detayıyla ilgilenmeye başlamıştı. Rıdvan ise dolaba yapıştırılan iki çift gözü, ayaklı bir tuvale yapıştırmıştı. Eğitim verdiği her yere kolaylıkla taşınıyordu.
Artık sahne eğitimindeydiler. Lili için acı verici eğitimler bitmiş, artık terbiyecisinin kollarında besleniyor, ‘’an-ne’’ oyununu sahnede prova ediyorlardı. Ne zaman yorgun düşse tuvalin üzerine yapıştırılmış iki çift göze koşup, yanında uyumaya çalışırdı. Önünde kendisi için konulmuş taburede bir iki saatlik huzurlu uykunun tadını çıkarırdı. Rıdvan, Lili’nin tasmasını artık taktırmıyordu. Uykudan dehşet içinde uyanır, nefes nefes tuvale baktıktan sonra sakinleşirdi.
Rıdvan onu hızlı bir şekilde gösteriye hazırlıyordu. Yüksek sesli müzikleri, korkunç kostümlü palyaçoları, yerinde duramayan spot ışıklarını birlikte keşfediyor, korkusunu atlatmasına yardımcı oluyordu. Artık bu sahibinin kendisinden ne istediğini biliyordu. Rıdvan ne zaman tuvali işaret etse Lili ‘’Anne’’ diyordu. Bütün ekibi seyirci olarak toplayıp alkışlara ve kalabalığa alıştırdıktan sonra yorucu provalar bitmişti. Artık Lili, Rıdvan ve bütün Çıngırak Sirki büyük güne hazırdı.
Öğle saatlerinde sirkin uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Adil Bey sirkin büyük mermer merdivenlerinde basının meraklı sorularını yanıtlıyordu. Ahmet ve Mercan’da uzun kuyruğun içindeki sırasını almıştı. Hava soğuktu. İçeri girmek için kuyrukta bekleyenler, soğuktan hissizleşen ellerini birbirine sürtüyorlardı. Ahmet biletleri karaborsadan yaklaşık on katı kadar yüksek bir fiyata bulmuştu.
Adil Bey basının sorularını cevaplarken, yavaş yavaş ilerleyen kuyrukta bekleyen, Ahmet ve Mercan’a gözleri çarptı. Bir anlık duraksadı ama anında toparlayıp kameralara döndü. Bir düşünce zihnine şimşek gibi çaktı. Olur da Lili kalabalığın içinde onları görürse ya. Ya konuşmazsa? Artık ne yapabilirdi ki? Bilim insanları, gazeteciler, şehrin önemli veterinerleri ve bu eğlenceyi dört gözle bekleyen yüzlerce insan sirke doluşmuştu. Hatta, sirkin kapanması için defalarca yürüyüş yapmış hayvanseverler dahi buradaydı. İzlemek için değil rapor etmek için gelmişlerdi. Adil Beyle göz göze gelmemeye özen göstererek etrafı süzüyordu Mercan. İleride sirke ait halı saha büyüklüğünde, etrafı demir tellerle sarılı oyun parkında her türlü oyuncak mevcuttu. Oyun parkı doğal hayatı anımsatacak birçok detayla süslenmişti. Karla kaplı oyun parkında herhangi bir hayvan yoktu. Mercan, Adil beyin sözünde durduğunu düşündü. Lili’nin o oyun parkında yapacağı çılgınlıkları düşünerek gülümsedi. Hem yiyecek hem oyun hem de daha konforlu hayat. Adil beyin söz verdiği hayatın ta kendisi. Yuvarlak sahnenin etrafına kademeli olarak yerleşen konforsuz koltuklar sahneden uzaklaştıkça basamak basamak yükseliyorlardı. Amfi görünümlü bu devasa sahnedeki herkes, Lili’yi bekliyordu. Havaya attığı topları zarifçe tutan jonglörler, ince iplerin üzerinde yürüyen ip cambazları veya ateşli halkalardan atlayan yırtıcı hayvanlar neredeyse alkış almayacak kadar az ilgi görmüştü. Herkes Lili’yi bekliyordu. Sonunda sunucu, temizlenen sahneye bir tuval yerleştirdi. Tuvalin arkası seyirciye dönüktü. Lili’nin şovuyla ilgili bir çok uyarı yapmıştı kadın sunucu ‘’Küçük kızımızı korkutmayalım, alkışı ve sevinci küçük tutalım’’ ‘’ani reflekslerden lütfen kaçınalım’’ vs.vs.
Mercan yutkundu Ahmet’e baktı. Ahmet’in yüzünde, o özlediği samimi bakışlar vardı. Çocuklarının okuldaki ilk gösterileri için, iş yerlerinden günlerden önce izni koparmış bir çift gibi heyecanla Lili’yi bekliyorlardı. Adil bey sahnenin ön tarafında, Ahmet ve Mercan ise arka üst tarafta oturuyorlardı. Amfinin üst taraflarına gelen ışık yok denilecek kadar azdı.
Sonunda Rıdvan elleri arasında minicik bir maymun yavrusuyla sahneye çıkmıştı. Kalabalıktan hafif hafif yükselen homurtular bir anda kesilmişti. Herkesin dikkati pür dikkat Rıdvan ve Lili’nin üstündeydi. Rıdvan seyircileri -üstünde hiç durmayan- zarif hareketlerle selamladıktan sonra Lili’ye küçük bir muz parçası verip sahnenin ortasına bıraktı. Seyircilere olabildiğince kibar bir şekilde, sessizlik işareti yaptı. Kimseden çıt çıkmıyor, Mercan gözyaşlarını zor da olsa tutuyordu. Minik Lili’si oradaydı.
Rıdvan’ın küçük bir alkışından sonra, Lili de ayakları üzerinde hoplayarak sahneyi alkışlamıştı. Küçük bir çocuk gibi mutlu duruyordu. Rıdvan iyi ki hayvanların mimikleri yok diye içinden geçirdi. Mercan’ın gözlerinden bir damla yaş akıp beyaz pantolonuna damladı. Ahmet’le göz göze geldiler.
Rıdvan eğilip Lili’ye küçük kuru bir hurma uzattı. Lili tedirgin tedirgin hurmaya baktı. Ara ara karşısında duran kalabalıktan çekinip Rıdvan’a doğru yöneliyor, Rıdvan’ın seyirciye çaktırmadan elini beline götürmesiyle olduğu yerde kalıyordu.
‘’ Evet değerli konuklar, şimdi herkesin beklediği mucize için sizleri daha fazla sabırsızlandırmak istemiyorum. ‘’ yaşadığı stres ter damlaları şeklinde kendini göstermeye başlamıştı. Devam etti.
‘’ Şimdi hepinizden derin bir sessizlik rica ediyorum.’’ ‘’Lili kızım’’ Lili dönüp Rıdvan’a bakınca elindeki hurmayı düşürdü. Eğilip almadı. Pür dikkat Rıdvan’ı izliyordu.
Mercan sadece kendisinin duyacağı kısık bir sesle ‘’korkuyor ondan’’ dedi. Rıdvan devam etti. ‘’Söyle bakim güzel kızım, seni en çok kim seviyor?’’ sol baş parmağıyla tuvali işaret ederek. Rıdvan çoğu kişinin nefesini bile tuttuğuna emindi. İçerde akıl almaz bir sessizlik vardı.
Lili öylece Rıdvan’a bakıp durdu. Adil Bey de en az Rıdvan kadar terlemişti.
Rıdvan elini önce beline, ardından tekrar tuvale uzatarak sorusunu tekrar etti.
‘’Söyle bakim güzel kızım en çok kimi seviyorsun?’’
Lili olduğu yerden kımıldamadan ‘’Anne’’ diye tiz bir ses çıkardı. Sahnenin ön tarafında oturan Adil Bey derin bir nefes aldı. Rıdvan da öyle.
Onca uyarıya rağmen içerde ufak bir gürültü oldu. Mercan hızlıca Ahmet’e dönünce Ahmet’in gözlerinin içinin parladığını gördü. Sevinçle sahneye bakıyordu. Mercan kısık bir sesle ‘’ O korkuyor, adam elini beline attıkça korkuyor.’’ Ahmet şaşkın gözlerle Mercan’a bakıp konuşacaktı ki sessizlik anonsu tekrar yapıldı.
Rıdvan, Lili’yi kucağına alıp sahneye biraz daha yakınlaştırıp aynı soruları sormuştu. Lili net bir sesle ‘’Anne’’ dedikçe kuruyemişleri kapıyordu. Sonunda salondan bir alkış tufanı kopunca, Lili Rıdvan’a sımsıkı sarıldı. İçerdekiler tekrar tekrar duymak istiyordu. Birkaç ‘’bir daha, bir daha’’ tezahüratından sonra. Adil Bey sahneye çıkıp, herkesin yakından tecrübe edeceğini söylemişti. Rıdvan’ın merdiven aralarından dolaşacağın bildirmişti. Kimsenin Lili’ye dokunmaması gerektiğini birkaç kere tekrar etti. Rıdvan merdiven aralarında dolaşırken ölüm sessizliği son bulmuştu. Gülen, şaşıran espriler patlatan insanlar salonda bölüm bölüm gürültülere sebep olmuşlardı.
Ahmet ilgili bir şekilde ‘’ Emin misin? Ben dikkat etmedim.’’ Mercan : ‘’Evet eminim, Lili korkunca birine sarılmak ister, bunu sen de biliyorsun’’ hızlı ve olabildiğince sessiz konuşuyordu. ‘’ama o ucube elini beline atarak onu durdurdu.’’ İç çekip devam etti ‘’ beline bak!’’ Ahmet kafası biraz yukarı kaldırıp bakınca
‘’Kamçı’’ dedi sesinde tiksinti vardı.
‘’Ve aç bırakılmış’’ diye ekledi Mercan.
Rıdvan, Ahmet ve Mercan’ın oturduğu bölümün merdiven boşluklarına doğru yavaş yavaş geliyordu. Lili’nin aç olduğu her halinden belliydi. Her anne kelimesinden sonra terbiyecisinden aldığı kuru yemişleri hızlıca bitiriyordu. Mercan’la Rıdvan arasında dört kişi vardı. Bir sonraki duracağı yer Mercan’la Ahmet’in oturduğu sıraydı.
Lili elinde tuttuğu cevizi yerken gözü bir yere takıldı. Rıdvan konuşması için aynı soruyu sorarken Lili donup kalmıştı. Rıdvan baktığı yere dönüp bakınca, dolabın üstünde görüp tuvale yapıştırdığı iki çift gözle göz göze geldi. Keskin kahverengi gözler Rıdvan’a nefretle bakıyordu.
L ili önünde duran kıvırcık sarı saçlı kadının kafasına atlayıp oradan, bir arkasında duran damın dizlerinden destek alarak Mercan’a doğru fırladı. Sarı kıvırcık saçlı kadın, çığlığı basınca salondaki herkes oraya dönüp baktı. Adil Beyin yüzünü korku kapladı.
Lili sonunda güvendiği bir kucaktaydı. Mercan’ın göğsüyle boynu arasın küçük bir bebek gibi yerleşmiş, elleriyle boynuna sarılıyordu. Birbirlerinin kokusunu içine çekiyorlardı. Doya doya sarıldı öptü yavrusunu Mercan. Ahmet de eliyle sevmeye başlamış, kampçı izlerine eline değince Lili acı acı ciyaklamıştı. Mercan ve Ahmet dehşet içinde göz göze geldiler. Adil bey mikrofonu eline almış şovun bittiğini duyuruyordu. İzleyiciler son olayın şaşkınlığıyla birlikte, söylene söylene sirki terk etmeye başlamışlardı.
Sahnenin arkasında, Lili’ye sıkı sıkı sarılarak Adil Bey’le hesaplaşmayı bekliyordu Mercan. Ahmet yaptığı anlaşmayı düşünüyordu. Her ne olursa olsun dünyada Mercan’dan daha değerli hiçbir şeyi olmamıştı. Onu savunacak, o ne derse destekleyecekti.
Adil bey hızlı adımlarla karşılarına dikildi.
‘’Anlaşmada böyle bir saçmalık olduğunu sanmıyordum Mercan Hanım!’’ sert ve yüksek sesle konuşuyordu. Arkasında siyah takım elbise giymiş iki adam yanaşıp tartışmayı ilgiyle izlediler.
Mercan tiksintiyle baktı Adil Beyin yüzüne ‘’ Anlaşmamızda şiddet de yoktu öyle değil mi? küçücük bir yavruyu mu dövdünüz gerçekten.
Adil Bey: ‘’ eğitimin minik bir parçasıydı.’’ Sesi kısık ve soğuk çıkmıştı.
Arkasında izbandut gibi duran iki adam tartışmaya dahil olmak istercesine iyice Adil Beye yaklaştılar. Koridorun sonunda iki adam daha hızlı adımlarla tartışma bölgesine geliyordu. Ahmet mantığıyla hareket edip, tartışmanın uzamaması için araya giriyordu. Mercan öfkesinin etkisinde mantığıyla hareket edemediğini fark etmişti. Etrafını saran adamların, anlaşmalardan veya küçük Lili’nin durumdan anlamaları söz konusu değildi. Mercan hararetli sözlerini yavaş yavaş soğuttu.
‘’ peki dediğiniz gibi olsun. Zaten bizim artık bir hakkımız yok üzerlerinde. Yavrunun annesi nerede? onu da görmek istiyorum, sonra çok kıymetli vaktinizi çalmayacağız. ‘’
Ahmet, Mercan’ın aklında bir şeyler olduğunu sezmişti. Sert bakışlarıyla onu fikrinden vazgeçirmek istemişti.
Adil bey odasına çıkarken, Rıdvan’a, Konuklara Tombi’yi göstermesini, ardından Lili’yi güvenli bir yere götürmesini emretmişti. Dar karanlık koridordan geçip, küçük bakımsız bir kapının önünde durdular. Etrafta berbat bir koku varı. Mercan kusmamak için kendini zor tutuyordu. Masum Lili boynuna sarılmış, tir tir titriyordu.
Rıdvan kemerine takılı anahtarlığın üstündeki birkaç anahtarı tek tek denedi. Mercan etrafı hızlıca süzdü.
‘’ Hemen yan tarafta iki tatlı filimiz var. Bu harika koku oradan geliyor.’’ Rıdvan pis pis sırıtarak anahtarları denemeye devam etti. Ne Ahmet ne de Mercan cevap vermedi. Sonunda Rıdvan doğru kilidi bulup çevirdi. Kapı açılır açılmaz Tombi dışarı atladı. Muhtemelen yavrusunun kokusunu almıştı. Lili Mercan’ın kucağından ayrılıp Annesine sarılmıştı. Mercan kusmamak için kasılırken yere çömelip Tombi’yi sevmek istedi. Tombi anında tıslayıp kendisini ve Lili’yi geri çekti. Rıdvan bir kahkaha attı. ‘’ne de çok güveniyor size’’
Ahmet sakin kalmak için derin bir nefes çekti. Mercan bir iki sevme girişiminden daha başarısız ayrılınca ayağa kalkıp iç çekti. ‘’ Peki, Adil bey haklıymış, onlar halinden memnun, bizleri de unutmaya başlamışlar, gidelim.’’ Dedi.
Ahmet, Mercan’ın bu kadar kolay vazgeçmesine şaşırmış, ama bu tehlikeli yerden bir an önce gitmek istediği için başıyla onaylamıştı. Mercan, Rıdvan’dan ödül olarak verdiği hurmalardan birini istemiş, Lili’yi eliyle son kez beslemek istediğini söylemişti. Rıdvan biraz gönülsüz olarak verdiği hurmayı neredeyse fırlatmıştı. Ahmet, Rıdvan’ın üstüne atlayıp şekilsiz burnuna güzel bir kafa indirmemek için kendisini zor tutuyordu.
Kapının önünde birbirine sarılmış, korkuyla etrafı inceleyen Tombi ve Lili’nin yanına tekrar eğildi.’’ Benim güzel yavrum, tekrar görüşeceğiz. Sık sık geleceğim ziyaretinize.’’ Rıdvan’a baktı bunu söylerken. Lili annesinin kucağından ayrılmadan Mercan’a ilgiyle bakıyordu. Mercan hurmayı uzatınca, Tombi tekrardan tısladı. Lili annesinin kollarından ayırılıp Mercan’ın yanına geldi. Mercan, Tombi’nin tıslamalarına aldırış etmeden Lili’yi kucağına aldı. Gözleri dolmuş, sesi düğümlenmişti. ‘’Tekrar görüşeceğiz kızım, tekrar.. ‘’
Sarılıp annesine verecekti ki ani bir manevrayla Lili’yi üstü açık olan duvara doğru fırlattı, Tombi’ye seslendi ‘’ koş kızım yavrunu da al git buradan.’’ Mercan’ın bu beklenmedik hareketi Rıdvan ve Ahmet’in nefesini kesmişti adeta.
Yavrusunun düştüğü yere doğru fırlayıp gitmekte olan Tombi, Rıdvan’ın kendisini durdurmak için savurduğu tekmeden kıl payı kurtuldu. Rıdvan da peşinden gidiyordu ki Ahmet çelmeyi taktı. Rıdvan’ın büyük cüssesi soğuk zemine hızlıca çarptı. Kollu bedeninin altında kalmış acı bir çığlığı basmıştı. Ahmet hızlıca üzerine atlayıp, Rıdvan’ın beline takılı kamçıyı alıp yüzüne hızlıca iki darbe indirdi. Bir gün hayvan terbiyeciliğini bıraksa dahi, yüzündeki kamçı izi geçmeyecek kadar sert bir darbeydi
Tombi, Lili’yi kucağına aldıktan sonra hızlıca duvara tırmandı. Rıdvan yerinden kalkamadan gür sesiyle bağırdı. ‘’Kaçıyorlar, kaçıyorlar.. ‘’ Tombi duvardaki boşluktan çatıya doğru atlayıp gözden kayboldu. Koridordan birçok ayak sesi duyuldu. Ahmet, Mercan’ın elinden tutup koşmaya başladı. Sahne açılan kapıdan geçip, merdivenlerden çıkış kapısına ulaştılar. Soğuk rüzgar sertçe yüzlerine çarpınca Ahmet rahatça bir nefes alabildi. Hava kararmak üzereydi. Kapıda, sirkte yaşadıkları mucizeyle ilgili soru sormayı bekleyen basın mensupları duruyordu. Ahmet gördüğü manzara karşısında daha rahatladı. Buz gibi havayı ciğerlerine doldurdu. Şimdi daha sakin ama hızlı adımlarla yaklaşık 500 metre ileriye park ettikleri arabalarına doğru yürümeye başladılar. Arkalarından hızlıca gelen adamlar, basın mensuplarıyla karşılaşınca duraksadılar.
Bütün sirk çalışanları Adil beyin gürlemesiyle dışarı fırlayıp, Sirkin çevresinde güvenlik çemberi oluşturmuşlardı. Doğayla iç içe olan sirkte Tombi ve Lili’nin kayıplara karışması an meselesiydi. Çift şeritli yolun, karşı tarafına geçen Ahmet ve Mercan’ı kalabalıktan gelen bir ses durdurdu. Vızır vızır geçen arabaların sesinden zar zor da olsa ses duyuluyordu. Sirk çalışanlarından biri avaz avaz bağırıyordu ‘’ Çatılar, koşun! Çatıdalar.’’
Mercan ve Ahmet dönüp baktıklarında, Tombi’nin kahverengi çatıda sağa sola koşuşturduğunu, Lili’nin annesine sıkı sıkı sarıldığı gördüler. Basın mensupları hemen çekime başlamış, mucize maymun Lili’nin kaçtığını duyuruyorlardı. Ahmet ilerlemek istedi, Mercan ise geri döndü. Yolun karşısında sirkin yüksek duvarı vardı.
Mercan, Tombi’nin dikkatini çekmeye çalışıyordu. Hızla geçen bir araba küçük bir çukurda biriken kar ve yağmur suyunu, Mercan’ın beyaz pantolonuna sıçratmıştı. Kaygan zeminde yola doğru hızlı bir adım atınca siyah bir araç direksiyonu son anda kırıp uzun uzun kornaya bastı. Ahmet, Mercan’ın kolunda çekip olduğu yerde durdurdu. Lili ve Tombi çatıda mahsur kalmış korku içinde koşuşturuyorlardı. Araba sesleri, kalabalık, yabancı insanlar bildikleri yaşamın çok dışındaydı. Mercan var gücüyle sesleniyordu. Trafiğin gürültüsü, basın mensuplarının sesi ve çalışanların bağrışmaları içinde bir umut sesini duyurmaya çalışıyordu.
Mesai bitiş saatiydi ve cadde arabalardan geçilmiyordu. Bir adam orman tarafından çatıya tırmandı. Kollarını açarak anne ve yavrusunu çatının alçak tarafından tuzağa düşürmek istiyordu. Çatının alçak tarafı cadde tarafındaydı ve yüksek duvarın dibinde Tombi’yi bekleyen üç adam vardı. Tombi kucağında Lili’yle beraber alçak tavana doğru geliyordu. Mercan şimdi sesini duyurabilirdi. Kollarını havaya kaldırarak dört beş kere seslendi. ’’Tombi, Tombi buradayım kızım.’’
Tombi kaygan çatıdan kaydı, biraz ileri atlayıp dengesini sağladı. Adam git gide yaklaşıyordu hemen aşağıda kendilerini bekleyen adamlardan ürkmüştü.
Lili, Mercan’ın sesini duyup annesinin kucağından atladı. Yüksek duvarın üstüne atlayınca üç adam aynı anda atıldı, saniye farkıyla ağaçtan atlayıp duvarın dibindeki ince refüje düştü. Tombi de adamların çıkış kapısına koşmasıyla ağaca atlamıştı.
Yere sertçe düşen Lili, hemen doğrulup caddeye atladı. Bir araba ani bir fren yapıp direksiyonu sağa kırınca Lili ezilmekten son anda kurtuldu. Sağından gelen araba yavaşlayınca kendisine daha yakın olan Ahmet’in kucağına atladı. Mercan’ın yüreği ağzına gelmişti.
Lili kendisini kovalayan onca insandan kurtulmak için, Ahmet’e sığınmış, Ahmet ona sarılmış, kahrolmuş bakışlarla, kalabalık trafiği yarıp gelmeye çalışan adamlara bakıyordu. Mercan, Tombi’nin caddeye atladığını görünce kendisi tarafından gelen araçlara işaret yaparak bir iki tanesini yavaşlatmıştı. Tombi caddenin tam ortasına vardığında bir aracın kornasıyla kilitlenip kaldı. Spor mavi bir araba, etraftaki kalabalığa bakarken Tombi’yi fark etmedi. Ahmet’in ellerinden kurtulup yola atladı Mercan. Spor araba çarpmak üzereyken Mercan kollarından çekip, kucağına aldı Tombi’yi. Ahmet peşinden gitmek istedi ama araçlar hızlandı. Her şey o kadar hızlı ilerliyordu ki, durup düşünecek vakitleri olmamıştı.
Mercan korktu ve panikledi. Mercan, Tombi’yi aldıktan sonra yolun karşısına geçip geçemeyeceğine karar veremedi. Hızlıca, Ahmet’e doğru yola atladı. Uzun bir korna sesiyle beraber şiddetli bir çarpma sesi duyuldu. Frenlenen lastikler kaygan zeminde kayıdı. Acı bir ses çıkardı. Ahmet gözlerini refleksle sımsıkı kapattı.
Sağdan gelen araba, karşı tarafa geçen kadının tekrar döneceğini düşünmemiş iyice hızlanmıştı. Siyah araba şiddetle çarpıp Mercan ve Tombi’yi soğuk zeminde metrelerce sürüklemişti. Mercan, soğuk sert asfaltta sürüklenirken Tombi ellerinin arasında kayıp gitti. Vücudu, şiddetli ağrıyı yarım saniye kadar hapsetmiş ardından bütün gücüyle geri göndermişti. Derin bir acı gözlerinin kapatmasını emrediyordu. Mercan’ın yaşlı gözleri kapanmadan önce, kucağından fırlayan Tombi’nin karşıdan gelen bir aracın tekerinin altında, feci şekilde can verdiğini gördü.
Ahmet ve Lili dehşetle donup kaldılar. Bütün koşuşturma biranda kesidiç. Zaman durdu. Lili’nin acı çığlığıyla Ahmet kendine geldi. Lili’yi hızlıca yere bırakıp yerde kanlar içinde yatan Mercan’a doğru koştu. Saçları kandan yapış yapış olan Mercan’ın başını dizinin sütüne koydu. Güzel yüzüne baktı. Baktıkça ağladı, nefes alamadı. Acı bir haykırış yükseldi caddeden. Bütün vücudunu saran acıyla baş edemiyor tekrar tekrar haykırıyordu. Mercan ellerinin arasında kayıp gidiyordu.
Ambulansın sirenleri kilitlenen trafiği yarıp hızla ilerledi. Ahmet ambulansın arkasında, başını iki dizinin arasına koymuş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kulaklarında çarpmanın sesi çınlarken, gözleri yaşam destek ünitesindeki şeritlerin inişli çıkışlı hareketlerini izledi. Zaman akmaya devam etti. Şeritler, Mercan’ın kalbinin direndiğini anlatıyordu. Umutlanmak istiyordu Ahmet.
Lili ölüm nedir bilmiyordu. İçinde anlam veremediği bir boşluk oluşmuştu. Yaşama iç güdüleri tek bir şeyi tekrarlıyordu. ‘’KAÇ!’’ Caddedeki kalabalık kazayı izlerken çalıların arasına atlayıp, ormanın içinde gözden kayboldu.
Mercan iki hafta yoğun bakım ünitesinde tutuldu. Ahmet’in ise Gözleri uykusuzluktan kanlanmış, göz çerçevesinde belirgin mor halkalar oluşmuştu. Yüzü yorgunluktan cansız, vücudu bitkin düşmüştü. Mercan’ın ailesinin suçlamaları, kendi ailesinin bitmek bilmeyen sorularını duymamış, tepki vermemişti. Mercan’la beraber komaya girmişti sanki. Günde bir iki kere hastanenin kantininde haber kanallarını izliyor, kimseyle konuşmuyordu.
Mercan yoğun bakım odasından çıkarılıp servis odasına alınmıştı. Dünyanın en uzun iki haftasıydı Ahmet için.
Şimdi servis odasının kapısında, sessiz sessiz ağlarken, içer girmek için cesaretini topluyordu.
Mercan’ın kafasında ve yüzünün birçok yerinde beyaz bandajlar duruyordu. Yorgun gözlerini zorla açmış, bir iki kelime edebilmişti. Ahmet, hayat arkadaşını öyle görünce, gizlemeye çalıştığı gözyaşlarını tutmaktan vazgeçmişti. Dizlerinin üzerinde çöküp, Mercan’ın narin ellerinden tutup beraber ağlamışlardı.
Ahmet ve Mercan’ın ailesi dışarı çıkıp onları yalnız bırakmışlardı. Ahmet doya doya kokusunu içine çekti Mercan’ın. Mercan da sımsıkı sardı Ahmet’in ellerini. Dakikalarca ağlayıp bakıştılar.
Mercan’ın kurumuş dudaklarının arasında cılız bir cümle çıktı; ‘’ onlara ne oldu?’’. Ahmet gözlerine bakıp cevap vermedi. Badem gözlerinden beyaz yastığa bir göz yaşı düştü. Mercan boğazını temizledi, kendini zorlayarak devam etti ‘’ Tombi öldü, gördüm.’’ Öldü derken çok zorlanmıştı. Kazaya dair hatırladığı tek şey Tombi’nin öldüğü olsa da bir umut başka bir cevap aradı. Ahmet, başını Mercan’ın sargıda olmayan kolunun üzerine koydu. Ağlamaya devam etti. Mercan bu histeri krizinin nedeninin sadece Tombi olmayacağını biliyordu.
‘’Lili, ona ne oldu.’’
Ahmet hastane kantinindeki televizyonu Lili için izliyordu. Kantindeki kirli camlardan dışarıya dalıp gittiği bir gün, televizyondaki bir haber onu kendine getirmişti. Haber kanalındaki spiker ‘’ Konuşan maymunu arama çabaları bugün de sonuç vermedi. ‘’ diyordu. Ahmet televizyonun kumandasını kapıp, bütün haber kanallarını taramıştı. Birkaç haber kanalında daha Lili’nin bulunmadığına dair haberleri izlemişti. Mercan’ın iki haftalık yoğun bakım sürecinde her öğle haberlerinde gelip haber kanallarını taramıştı. Bir hafta sonra medyanın ilgisi Lili’nin üzerinden kaymıştı. İzlediği son haberlerde de konuşan maymunun bulunmadığı belirtiliyordu.
Mercan’ın yaşam savaşını kaybedeceğini bir an bile düşünmemişti. Karısı komadan çıkınca ona vereceği tek güzel haber Lili’ydi. Doktorların kendisine söylediği, dünyasını başına yıkan acı haber üzerine bu haber pek anlam kazanır mıydı? Emin değildi.
Ahmet; ‘’O ait olduğu yere, doğaya gitti.’’ Sesi titriyordu. Güçsüzdü. ‘’ o olması gereken yerde, şimdi bunları düşünme dinlen.’’ İki gün sonra Mercan artık kendi başına hareket edebiliyordu. Şanslıydı ki yere savrulan bedenindeki tek kırık kollarındaydı. Doktor bir gün daha kontrol altında tutup taburcu edeceklerini söylemişti.
Mercan hem Ahmet’i hem de ailesini çok iyi tanıyorlardı. Gözlerindeki şükür ve mutluluğu görebiliyordu. Bütün bu mutluluğun arkasında gizli, kendisine söylenmeyen bir şeylerin olduğunu seziyordu. İki ailesine de birçok kez, ‘’bilmediğim bir şey mı?’’ diye sormuş, kaçamak cevaplar almıştı. Mercan huzursuzdu. İçinden bir ses ‘’Lili iyi değil’’ diyordu.
Taburcu olmadan önce Ahmet ailelerinden izin isteyerek Mercan’la baş başa konuşmak istiyordu. Gözlerinde acı bakış vardı. Boğazında büyük bir yumru git gide büyüyordu. Boğuluyordu da kimse yardım etmiyor gibiydi.
Cesaretini toplamaya çalıştı, nefesini kontrol etti. İkisi de yatağın üzerinde el ele oturmuş, dikkatle birbirlerine bakıyorlardı.
‘’ Sana söylemem gereken bir şey var.’’ Gözlerini Mercandan çekip derin bir nefes aldı. Mercan konuşmadı, sadece dinledi. ‘’ Mercan bunu nasıl söylerim bilmiyorum. Sen içerde yattığın günden beri bu anı düşündüm. Kelimeleri, cümleler hazırladım. Ama hiçbir şey düşündüğün gibi olmuyor.’’ Ahmet hüngür hüngür ağlarken sesi boğuk çıkıyordu. Mercan söylediklerini zorla anlıyordu. Mercan bölmedi, gözlerinden yaşlar gelmeye başlamış, nedenini bilmiyordu. Aklında Lili vardı.
Ahmet devam etti; ‘’ Mercan doktor o gün bize senin durumunun çok kötü olmadığını söylemişti, ama bilincin kapalıydı ve orada beklemek zorundaydın. Ben senin öldüğünü düşünmüştüm, içim parçalanmıştı. ‘’ ‘’Doktor senin durumunun çok kötü olmadığını ama.’’ Duraksadı tekrar derin bir nefes aldı; ‘’ ama bebeğimizin öldüğünü söyledi, tedavi işe yaramış, bebeğimiz…’’ hıçkırıklar konuşmasına müsaade etmedi. Mercan ok gibi ayağa fırladı, bir an gözlerinin önünde bir kararma hissetti ve dizlerinin üzerine çöktü. Karnına şiddetli bir ağrı saplandı, kulaklarından alevler yükseldi. Başı döndü. Acı, güçsüz bir ses hastanede yankılandı. Boğazını yırtarcasına bağırdı. ’’hayıııır’’
Ahmet, yaşanan kazadan sonra hemen hemen her gece aynı kabusla uyanıyordu. Tombi’nin ezilen vücudunun yanında, Lili duruyor, yeni doğan bir bebek gibi ağlıyordu. Şiddetli bir bebek sesiyle uyanan Ahmet’in çığlıkları, artık kimseyi şaşırtmıyordu.
Ahmet ve Mercan üç ay boyunca şehirde kalmış, öneri üzerine psikolojik destek almışlardı. Ahmet’in gece kâbusları azalmış, Mercan ise yaşananları yavaş yavaş kabullenmeye başlamıştı. Eski neşeli sohbetinden, insanın içine dokunan bakışlarından eser kalmamıştı. Yaşananlardan Ahmet’i sorumlu tuttuğu kadar kendisini de suçluyordu. Hesap sormak, suçlu aramak yerine doğanın kendilerine verdiği dersi iyi anlıyordu. Önce hırslarının gizli tuzaklarına düştüler. Pişmanlık, hayatları boyunca gölge gibi kendilerini takip edecekti. Masum bir aileyi kendi mutlulukları için dağıtıp, mutluluk beklemişlerdi. Sonra da günahlarının bedelini en ağır biçimde ödemişlerdi. Düzelip düzelmeyeceklerine zaman karar verecekti. Adil Beyden aldıkları bütün parayı bir hayvan sever derneğine bağışladılar. Eski hayatlarına bir şekilde geri dönmek için, köye doğru yola çıktılar…
Sert geçen kış yerini bahara bıraktı. Orman yeniden hareketlendi. Yaşlı bir kadın elindeki kovada bulunan yarı çürük yarı sağlam meyveleri bir ağacın köklerine doğru döktü. Sürüden birkaç maymun, kadının gitmesini beklemeden, meyveleri kapıp ağaca fırladılar. Yaşlı kadınının yüzünde büyük bir sevinç ve merhamet vardı. Arkasını dönüp ormandan uzaklaştı. Kadının gitmesiyle sürüde bulunan bütün maymunlar meyvelerin üzerine atladılar. Uzun bir ağacın en tepesine tırmanmış genç bir maymun, kuru bir yaprakla besleniyor, dikkatle yaşlı kadının gidişini izliyordu. Değil meyveleri yemek, bir insanın girdiği ormanda dahi yaşamak istemiyordu. Bütün sürü afiyetle karnını doyururken Lili en tepede yeni ailesinin güvenliği için, gönüllü nöbet tutuyordu. İnsan oğluna güvenmenin sonuçlarına hakimdi. Kadının iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra masmavi göğe baktı. Mavi gökyüzü ona özgürlüğünü hatırlattı. Tutsak, konuşan maymun artık özgürdü. Konuştuğu iki hecenin bedelini, annesinin ölümüyle ödemişti…
Yazan: " Ferhat İpek "